
Zamanda yolculuk mümkün mü? Neden olmasın? Zamanı bile tanımlayamadıktan sonra...
Tarihin en ilginç görüntülerinden biri internette dolaşıyor; 1928 yapımı, sessiz sinema dönemine ait bir Charlie Chaplin filminde, kadın sokakta cep telefonuyla konuşuyor gibi görünüyor. Cep telefonu net bir şekilde görünmese de caddede ilerleyen kadın elinde telefon varmışçasına neşeli bir şekilde konuşarak yürüyor.
Chaplin bir hayalini gerçekleştirmişse, görüntü yani kadının hareketi, sembolik olabilir... Ama bu bir öngörüydü ise filminde buna daha ciddi yer verirdi herhalde. Filmdeki sahne kurgunun parçası gibi değil. Gerçekten o sırada oradan geçen, kameraya takılmış bir kadın gibi görünüyor... Filmi inceleyenler de böyle düşünmüş olmalı ki ‘zamanda yolculuk’ fikrini öne sürmüşler. Peki, gerçekten zamanda yolculuk yapan bir kadın görüntüye girmiş olabilir mi? Neden olmasın?
Konuya bilim adamları da atlayabilir UFO grupları da. Feministler için de parlak bir gün... Kadın o kadar neşeli neşeli ve uzun uzun ancak bir diğer kadınla konuşuyor olabilir, zaten diğer taraftaki - gelecekte kalmış olan - erkek olsa bu yolculuk zevkini asla bir kadına bırakmazdı. Hele eline bir cep telefonu verip! (Gerçi kadına kalacak mal mülk falan varsa ‘bu beni yollar ama geri getirmez şimdi’ diye düşünmüş de olabilir, o ayrı.) Geçmişe hele hele bir Chaplin filminin setine gitmiş bir kadının oradan kaç kişiyi arayacağını düşünsenize... Bence zamanda yolculuk kadınların keşfi!
Tek düşündürücü olan gidilen tarih... Bir kadın geçmişe gidecekse, dünya çapında bir giyim markasının henüz bu kadar ünlenmediği bir zaman seçmesi daha mantıklı. Chanel’in ilk yılları mesela... Geçenlerde bir etikete elim değdi, gözlüğümü takıp sıfırları saydım. Aslında bir kadının geçmişe gitmek istemesi pek mantıklı değil, tahminen bir hata oldu... Her kadının yaptığı klasik bir zamanlama hatası yine kendini göstermiş belli ki. Geleceğe gidip en acısız ve artık en basit yöntemlerle birkaç estetik yaptırıp dönmek fikri çok daha cazip. Üstelik “yeni keşiflerin isim annesi olma” imkanı da kaçırılmaz bir fırsat olurdu herhalde...
En çok yazarçizerlerin hoşuna gitmiştir durum, Jules Verne’in hayal dünyasında büyüdüğüm için olsa gerek her türlü hayalin gerçeğe dönüşeceğine inanırım. Dönüşüyor da zaten... Jules Amca kitap kahramanlarına balonla dünya turu attırdığında, Kaptan Nemo ilk hayali denizaltı olan Nautilus’u okyanuslara saldığında, arzın merkezine seyahate çıkıldığında ne çok insan gülmüştü kimbilir hayallerine...
Kimilerimiz farkında kimilerimiz değil ama hayal dünyasında yaşıyoruz. Aksini iddia edebilen yok. Arada çıkıyor ama üç beş cümle bilemedin yarım saate susup oturuyor... Bilim hala rüya ile gerçeği ayıramıyor, kimse Matrix’e zırvaydı diyemiyor. Rüyada masaya çarptığınız dizinizin acısı ile uyanıyor, telkinle kendinizi yirmi beşinci kattan atabiliyor, hipnozla üç yaşınıza dönebiliyor, anne karnında dinlediğiniz müzikten izler taşıyabiliyorsunuz. Gelecekten haber vermiş Nostradamus’u, Said Nursi’yi, Peygamberleri burada anmadan nasıl geçeyim?.. Ya da Leonardo da Vinci’nin helikopter çizimlerini, makineli tüfek, zırhlı gemi, baraj tarasımlarını... Öngörüler, hadisler hepsi çıkıyor tam da söylendikleri vakitlerde...
Birçok kişi tesadüflerden bahsedebilir ama herşey zamanı gelince hayatımıza giriyor, gözlerimizin önüne seriliyor. Merak birçok kapıyı aralıyor... Ben hala maviyi arıyorum mesela... Kimsenin bulamadığı...
>>>Sizi çağıracağı gün, O'na övgüyle icabet edecek ve (dünyada) pek az bir süre kaldığınızı sanacaksınız. (İsra Suresi, 52)
>>>"...Gerçekten, senin Rabbinin katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir." (Hac Suresi, 47)