2 Kasım 2010 Salı

DÜNYA ÖLÜMÜ SADECE BEDENİN ÖLÜMÜDÜR, RUHLAR SONSUZA KADAR YAŞAYACAKTIR

Öğrenci Kebes Sokrates’e sordu:


“İnsanlar ruhun bedeni terk ettiği zaman, artık bir yerde olmayacağından, ölüm anında yok olacağından ve bedenden ayrılışından sonra uçunca dağılan ve gözden kaybolup yokluğa giden bir duman gibi sona ereceğinden korkarlar.”

Sokrates cevapladı: Aklıma, onların bu dünyayı terk ettikten sonra orada olduklarını ve ölümlerin tekrar doğup bu tarafa döndüklerini doğrulayan eski bir öğreti geldi. 
Hayatın ölümden geldiği doğruysa, o zaman ruhların öteki dünyada var olmaları gerekir. Çünkü eğer değilse, tekrar nasıl doğmuş olabilirler? Ve eğer yaşamın, ölümden doğduğu düşüncesi zihinlerde yerleşirse o zaman kanıtlayıcı olur. Tüm canlıları düşünürsek ruhun ölümsüzlüğünü ispat daha kolay olur. Her şey zıddından oluşmaz mı? Güzel ve çirkin, adil ve zalim gibi şeyleri kastediyorum. Zıddı olan bir şeyin, başka şeyden değil de kendi zıddından gelmesi zorunlu mudur?  



“Bedeni canlı kılan şey nedir?”
 “Ruhtur”
“O halde ruh, ele geçirdiği her şeye hayat getirir”
 “Evet, kuşkusuz”
“Hayatın zıddı var mıdır?”
“Vardır”
“Nedir o?”
 “Ölümdür”
“O halde, önceki önermelerimizden, ruhun daima beraberinde getirdiği şeyin zıddını (ölümü) asla kabul etmeyeceği sonucu çıkar”
“Elbette”
“Peki ölümü kabul etmeyene ne isim verilir?”
 “Ölümsüz”
“Ruh ölümü kabul eder mi?”
“Hayır”

 “O halde ruh ölümsüzdür.”  
Eğer ölümsüz olan şey, aynı zamanda yok edilemez ise ölümsüz olan ruh da yok edilemez. Öyle ise ölüm, insanın ancak ölümlü parçasını alır fakat ölümsüz kısmına dokunamaz, o bedeninden ayrılır ve zarar verilemez olarak kalır. Ruhun ölümsüz ve yok edilemez olduğu ve ruhlarımızın öteki dünyada kesinlikle var olacağı kuşkusuzdur. Ölüm her şeyin sonu olsaydı o zaman günahkârlar için Allah’ın bir nimeti olurdu. Çünkü böylece onlar sadece bedenlerini değil, ruhlarıyla beraber yaptıkları kötülükleri de tamamen mutlu biçimde bırakmış olurlardı. Fakat ruhun ölümsüzlüğü açıkça ortaya çıktığına göre ruh için en yüksek erdemi ve bilgeliği elde etmek dışında bir özgürlük veya kurtuluş yoktur.


Dediklerine göre her insan ölümden sonraki hayatında ona tahsis edilen melek tarafından, ölülerin bir araya toplandığı bir yere götürülür (İslâm’da mahşer yerine). Orada mahkemesi görüldükten sonra onları bu dünyadan öteki dünyaya sevk etmek için belirlenmiş rehberi izleyerek öteki dünyaya geçerler. Orada hak ettiklerini aldıktan ve paylarına düşen süre kadar kaldıktan sonra, yani pek çok asır geçtikten sonra başka bir rehber onları tekrar geri getirir. Ancak bu yol öyle dümdüz bir yol değildir. Bu yolda birçok yol ayrımları ve dönemeçler vardır. Bilge ve salih ruh (iyi insan), kendisi için atanmış rehberini izler ve çevresini bilir fakat bedensel arzuları peşinde koşan ruh, birçok mücadele ve ıstıraptan sonra kendisine tahsis edilmiş olan melek tarafından zorla ve şiddet kullanılarak bu dünyadan götürülür. Bütün ruhların toplandığı yere (mahşere) ulaştığı zaman eğer ruh arı, saf değilse kötü işler yapmış, iğrenç cinayetler ve benzeri suçları işlemişse herkes o ruhtan kaçar ve ona sırtını çevirir, kimse onunla arkadaş olmaz. Yapayalnız ortalıkta dolaşıp durur. Orada kalması gereken zamanı doldurduktan sonra, kendisine uygun ikametgâh alanına götürülür. Hayatını tanrı yolunda geçiren her saf ve doğru ruhun kendine uygun bir evi vardır.


“Kur’ân da günahlardan korunmuş olan ruhların, cennet saraylarına gideceklerini vurgular:
***“İşte onlar, sabretmelerine karşılık saraylarda ödüllendirilecekler ve orada bir sağlık dileği ve selam ile karşılanacaklardır. Orada ebedi kalacaklardır. Ne güzel karargah ve ne güzel makamdır orası” (Furkan: 75-76),
***“İnanıp iyi işler yapanları, cennette, altlarından ırmaklar akan yüksek odalara yerleştiririz. Orada ebedi kalırlar. Çalışanların ücreti ne güzeldir” (Ankebut: 58).