skip to main |
skip to sidebar
Hipnoz Psikoloji'ye göre, telkine yatkınlık gösteren bir tür yapay uyku veya uyku-uyanıklık arası haldir. Ancak aşağıda okuyacaklarınız, hipnoza bakış açınızı, gerçekliğe bakış açınızı değiştirecek !
Kelime anlamının uyku olması sebebiyle hipnoz, genelde uyku ile özdeşleştirilmiştir. Aslında uyku, şuurumuzun nasıl değişik bir hali ise hipnoz da şuurumuzun daha değişik başka bir halidir, bir gerçekliktir, ortamdaki kişilerden ayrı bir boyutta hayatı yaşamaya başlamaktır.
Uyanık halde, herkesin bildiği ve farkında olduğumuzu sandığımız bir şuur hali yaşamaktayız. Uykuda geçirdiğimiz zaman içinde ise pek farkına varmamakla beraber değişik şuur hali yaşadığımızı hissederiz.
Hipnoz hali iki yolla sağlanır: Manyetizma yoluyla (manyetik uyku) ve hipnotizma teknikleriyle (hipnotik uyku).
En azından rüyalarını hatırlayanlar, rüyaların, gerçek olarak kabul ettiğimiz kavramlardan hiç de farklı olmadığını kolaylıkla kavrayabilirler. Uyanık yaşam ile rüya arasında gerçeklik açısından hiçbir fark yoktur. Hipnoz, uyku hali olmadığı gibi bir uyanıklık hali de değildir. Ancak, her iki hali de kapsayan komple bir kavramdır.
Hipnoz halinde yaşanan fenomenler ne kadar gerçektir?
Görüntüler, duygular, hisler bakış açılarına göre değişikler arz eder. İnsanlar aynı ortamlarda, aynı şartlara sahip etkilerde bile algılarına göre değişik tepkiler verir. Mesela, aynı şiddette verilen bir acı her insanda aynı şiddette hissedildiği halde, kişinin algılama farklılığından dolayı tepkisi farklıdır.
Kimi insan hiç sesini çıkarmaz, kimi sadece inler, kimi bağırır. İşte burada, acı aynı olmasına rağmen tepkiler farklı olduğundan izleyenler kendi algılarına göre farklı acılar yaşandığı ve hepsinin farklı şekilde acı çektiği kanısına varırlar.
Aslında, acıyı yaşayan kişiler de acının aynı olduğunu bilseler dahi kendi algıları çerçevesinde o acıyı daha az veya daha çok yaşadıkları kanısındadırlar. Her halükarda ortadaki acı herkes tarafından farklı algılanmaktadır. Ancak bu durum acının tek olduğu gerçeğini değiştirmez.
Hipnoz fenomenlerinin gerçekliğini daha iyi anlayabilmek için bu kavrama bir örnek:
Karşımızda hipnoz olabilecek on kişi olduğunu varsayalım. Birinci kişiyi uyutuyoruz. Uyandıktan sonra sağ eline bir ateş değdireceğimizi söylüyoruz ve uyandırıyoruz. Denek tamamen uyandıktan, uyanıklık haline geçtikten sonra sağ eline herhangi bir şey değdiriyoruz.
O anda denek, gerçek bir ateş değmiş gibi acıyla kıvranacaktır.
Deneğin yaşadıkları, hissettikleri gerçek bir ateşle sol elini yaktığımızda yaşayacakları ve hissedecekleri ile kesinlikle aynı olacaktır. Onun için sol elinin gerçek dediğimiz ateşle yakılması veya sağ elinin hayali olarak yakılması arasında gerçeklik bakımından hiçbir fark olmayacaktır. Seyreden 9 kişi için ise algılamaları farklı olduğundan durum daha farklı değerlendirilecek ve hayali olarak kabul edilecektir.
Ancak dokuz kişi de uyutulup birinci kişinin yaşayacağı deney onlara da aynı şekilde telkin edilirse, hepsi birden 1. kişinin elinin yandığını görürler.
Herkes elin yandığını gördüğüne göre el gerçekten yanmış mıdır, yoksa yanma olayı sadece bir hayal midir? Sözü geçen 10 kişi için olayın gerçek olduğundan kesinlikle emin olabilirsiniz. Hatta yanma olayı o derece etkili olabilir ki, yanan sol eldeki kızarıklık, yandığı düşünülen sağ elde de oluşabilir.
Bu durum için şöyle söyleyebiliriz; İlk gurup için gerçek olan algılar, ikinci gurup için sadece bir hayaldir. Ancak ikinci gurubun hayal kabul ettiği bütün o algılar, ilk gurup için tartışmaya bile mahal vermeyecek kadar gerçektir.
Hipnoz ile normal doğum; ağrı kesici morfin veya ilaç ve nefes teknikleri kullanmadan, ıkınmadan doğal doğum yapmaktır.
Normal doğumda ağrı ve endişeyi azaltmak ve ortadan kaldırmak için hipnoz uygulanması, Amerikan Tıp Birliği tarafından kabul edilmiş tıbbi bir yöntemdir.
Kendi kendine hipnoz sayesinde (otohipnoz) normal doğum, doğal, ağrısız, hoş bir olay olarak yaşanır. Hamile her kadın kolaylıkla 3-4 seans sonunda otohipnoz ile ağrısız normal doğuma hazır hale gelir. Hipnozun oluşturduğu gevşeme ve doğal ağrısız ortam normal doğumu kolaylaştıran, kısaltan bir ortam sağlar.
Normal doğum için hipnoz ideal bir ortam sağlar. Hele önceden hipnoz ile normal doğuma hazırlanmak doğumun rahatlığını kat kat arttırır. Hipnoz ile normal doğum öncesi dönemde öncelikle bilinçaltındaki yanlış koşullanmaları ortadan kaldırır, yerine doğru bilgiyi yerleştiririz. Normal doğum yapacak kadına kendiliğinden ve anında hipnoza girme yöntemlerini öğretilir. Yine gözleri açık konuşarak, ama hiç ağrı hissetmeyecek bir ortam oluşturma otohipnoz yöntemlerini öğretmek mümkündür.
Hipnozun kendisi doğal olarak ağrısız, yani anestezik bir ortam oluşturur. Hipnoza girmiş bir kişinin tüm beden kasları son derece gevşek ve hareketsiz bir hal alır. Bu gevşeklik normal doğum yolunu son derece rahat ve esnek bir hale sokar. Oldukça hafif kasılmalar bebeğin doğum kanalında ilerlemesini sağlar.
Karanlıkta bile olsak, gözümüzden darbe alınca gözümüzde ışıklar çakıyor gibi hissederiz. Çünkü her bir duyu sistemimiz, o sisteme has uyaranlara karşı özelleşmiş durumda. Ancak özelleşmediği uyaranlar da kuvvetli olduklarında o sistemdeki hücreleri uyarabiliyor.
Gözümüzün arka kısmındaki retina tabakası dış dünyadan gelen ışık ışınlarını sinirsel sinyallere çevirerek optik sinir yoluyla beyne iletiyor. Bu sinyallerse, beynin görmeyle ilişkili bölgelerinde işlemleniyor. Gözümüz derimiz gibi basınca duyarlı hücreler barındırmıyor. Ancak şiddetli darbeler de tıpkı ışık ışınları gibi retina hücrelerimizi uyarabiliyor. Sonuçta, karanlıkta bile olsak gözümüzden darbe aldığımızda "ışıklar çakıyormuş" gibi hissediyoruz.
Kaliforniya'da yaşayan, 41 yaşındaki yönetici asistanı bir kadın -tıp literatüründe kısaca "A.J." olarak anılıyor- 11 yaşından beri yaşadığı hemen her gününü hatırlıyor.
"E.P." olarak adlandırılan, 85 yaşındaki emekli laboratuvar teknisyeni ise yalnızca en son ne düşünmüşse onu hatırlıyor. Bu kadın belki de dünyanın en güçlü belleğine sahip.
A.J., "Belleğimdekiler adeta bir film şeridi gibi gözümün önünden geçiyor -hiç durmadan ve kontrolsüzce..." diyor.
Beverly Hills Oteli'nde babasıyla 28 Mart 1992'de öğle yemeği yediğini hatırlıyor. Dünyada yaşanan olayları, markete gittiği zamanları, hava durumunu ve duygularını hatırlıyor. Neredeyse yaşadığı her şey günü gününe aklında. Ona "hatırlamıyorum" dedirtmek hiç de kolay değil.
Geçtiğimiz yıllarda olağanüstü iyi belleklere sahip bir avuç insanla karşılaşıldı. Bunlar arasında yer alan -56 yaşında- Yağmur Adam filmine de esin kaynağı olan Kim Peek'in yaklaşık 12.000 kitabı ezberlediği söyleniyor (bir sayfayı 8-10 saniyede okuyor).
Rus nöropsikolog Alexander Luria'nın üzerinde 30 yıl boyunca araştırma yaptığı Rus gazeteci "S", inanılmaz sayıda sözcük ve sayı dizisini, anlamsız hece dizilerini ilk duyduğu günden yıllarca sonra bile hatırlayabiliyor.
Ama A.J.'nin sıradışı belleği gerçekleri ve sayıları değil, kendi yaşamıyla ilgili şeyleri hatırlamak konusunda güçlü. Aslında, yaşamıyla ilgili ayrıntıları hatırlama yeteneği öylesine güçlü ve bunun temeli o kadar az biliniyor ki, Kaliforniya Üniversitesi'nde (Irvine, ABD) yedi yıldır A.J. üzerinde araştırma yapan sinirbilimci James McGaugh, Elizabeth Parker ve Larry Cahill, onun durumunu tanımlayabilmek için yeni bir tıbbi terim kullanmak zorunda kaldılar: Hipertimestik sendrom...
İKİNCİ VAKA İSE TAM TERSİ HER ŞEYİ UNUTUYOR !
Alışılmışın dışında uzun kulakları olan, kır saçları ortadan ayrılmış E.P., 1,80 boyunda. Cana yakın, dost canlısı ve babacan görünüyor. Sık sık gülüyor.
İlk bakışta şefkatli bir büyükbaba gibi. Ancak 15 yıl önce herpes simpleks virüsü beyin dokusuna yayılarak hasar vermiş, elma kurdu gibi beynini oymuş. Virüs, sürecini tamamladığında, beynin medyal temporal loblarında ceviz büyüklüğünde iki bölüm yok olmuş; onlarla birlikte E.P.'nin belleğinin büyük bir bölümünü de alıp götürmüş.
Virüs, hedefi inanılmaz bir isabetle vurmuş. Beyinde medyal temporal loblar -beynin her iki yarısında da birer tane vardır- hipokampus denilen kıvrımlı yapı ve çevresindeki birkaç alan ile birlikte, algılarımızı uzun süreli belleğe dönüştürmek gibi büyüleyici bir işi gerçekleştirir.
Anılar aslında hipokampusta değil, beynin başka bir bölümünde, kıvrımlı dış katmanlarında, neokortekste depolanır; ancak hipokampal bölge anıların beyinde kalıcı olmasını sağlayan bölümlerdir.
E.P.'nin hipokampusu hasar görmüş. Hipokampussuz bir beyin, içinde kasedi olmayan bir video kameraya benzetilebilir: Görebilir ama kayıt yapamaz. E.P.'de iki tür amnezi var; yeni anıları oluşturamamasına neden olan anterograd amnezi ve eski anıları -en azından 1960'dan beri olanları- hatırlayamamasına neden olan retrograd amnezi.
Çocukluğu, İkinci Dünya Savaşı, denizci olduğu yılların anıları daha dün gibi canlı.
Ama sorduğunuzda benzinin litresinin ABD'de 25 cent olduğunu söylüyor ve ona göre Ay'a henüz ayak basılmadı.
A.J. ve E.P. insanların sahip olduğu bellek yelpazesinin iki ayrı kutbunu oluşturuyor. Bu iki örnek, anılarımızın kimliğimizi hangi ölçüde belirlediğini, her türlü beyin röntgeninden çok daha iyi anlatıyor.
Bu iki uç nokta bir yana bırakıldığında, geriye kalanlarımız bir ucunu her şeyi hatırlamanın, diğer ucunu da hiçbir şeyi hatırlamamanın oluşturduğu tayfın içinde bir noktada yer alıyor olsak da, hepimizin A.J.'nin keskin belleğinin gücüne eriştiğimizi hissettiğimiz ya da E.P.'nin gibi hissettiğimiz anlar olmuştur.
Omurgamızın üzerinde dengede duran, yaklaşık 1,3 kiloluk buruşuk bir et parçası, çocukluğumuzda yaşadığımız önemsiz deneyimleri yaşam boyunca saklayabiliyor.
Ama bizim için önemli bir telefon numarasını bile iki dakikadan fazla saklayamıyor.
Çağımız teknoloji ve iletişim çağı... Beyin ise binlerce yıldır teknolojiyle yakaladığımız her türlü teknolojiden daha üstün !
Bilgisayarlar ve telefonlar tüm dünyayı birbirine bağlıyor. Bugün yaklaşık 6 milyar insan teknolojinin yardımıyla birbirine ulaşabiliyor... Bilim adamları iletişim teknolojilerini bir adım daha ileriye taşıyabilmek için yeni projeler geliştiriyor...
Ancak şu anda yeryüzünde öyle bir iletişim ağı kurulu ki yaklaşık 100 milyar kullanıcı bu iletişim ağı üzerinden sürekli haberleşiyor... Bu kullanıcılar iletişimi kolaylaştırmak için trilyonlarca yeni bağlantı kuruyor... Burada, bilgisayarınızdaki gibi bağlantı sorunları pek yaşanmıyor. Kullanıcılar hiç dinlenmiyor. Burada elektrik kesilmiyor. Burası beyin!..
Sahip olduğunuz bu mükemmel iletişim ağı daha hiçkimse varlığınızdan haberdar değilken kurulmaya başladı... Doğumunuzla birlikte sistem gelişimi hızlandı ve o günden beri kurulan ağların sayısı her geçen gün artıyor... Yaşınız ilerledikçe deneyimleriniz beyninizi, beyniniz de sizi şekillendiriyor. Çevrenizle kurduğunuz ve gelecekte sürdüreceğiniz o güçlü bağı mümkün kılıyor.
BEYNİN FİZİKSEL YAPISI İSE BİZİ DAHA ÇOK HAYRETE DÜŞÜRÜYOR, ÇÜNKÜ NE BİR ELEKTRONİK DEVRE, NE DE ÇİPLER VAR BİLGİYİ SAKLAYAN !
Çok hassas bir sisteme sahip olan beynimiz, elektrik sinyalleri ile çalışan sinir hücreleri, bunları barındıran ve beslenmelerine yardımcı olan destek hücreleri ve kan damarlarından oluşur. Bu damar yapıları kandan serumu süzerek, beynin içindeki boşlukları bu sıvıyla doldururlar. Beyin bir bakıma bu sıvı içinde yüzmektedir. Böylece beynin ağırlığı, kendi ağırlığının (yaklaşık 1.500 gr) 1/30'u olan 50 gr'a düşer. Beyindeki bu sıvı, sürekli bir dolaşım halindedir. Bu dolaşım aynı zamanda söz konusu sıvının beyne yapacağı basıncın da kontrol altında olmasını sağlar. Çünkü basıncın artması beynin üzerinde bir baskı oluşması anlamına gelecek ve bu da beynin zedelenmesine neden olacaktır. Ancak hem hassas bir yapısı hem de çok önemli görevleri olan beyin, vücut içinde çok yönlü bir korumaya alınmıştır.
Bilim şu soruyu soruyor: O HALDE BİLGİ NEREDE SAKLANIYOR?
Cinler konusu Batı'da ciddi anlamda merak edilerek araştırmalara konu edilmekte. Bu amaçla zaman zaman konuyla ilgili kişilerden yararlanıldığı da gözleniyor. Hatta CIA ve KGB gibi gizli servisler cinlerden bilgi almaya çalışıyor.
İddialara göre Amerika'da Scandorf Araştırma Enstitüsü'nde çalışan parapsikolog Pat Price, ABD'nin nükleer denizatlarının Okyanus'un hangi bölgesinde bulunduklannı, az bir yanılma payı ile tespit etti.
Sıtkı Uluç'un "Gizli Servis Öyküleri isimli kitabında 1950'den beri CIA'nın cinlere rağbet gösterdiği, CIA'nın Sovyetlere ait Semipalantinsk Araştırma Merkezinin yerini Pat Price sayesinde öğrendiği kaydediliyor.
İtalya'da Kızıl Tugaylarca kaçırılan ABD'li James Dozier'in bulunması için ClA'nın ilgili kişilerden yardım istediği belirtiliyor. Bu kişiler, generalin rehine tutulduğu evin kapısının demir yeşil parmaklıklı olduğunu ve kapı numarasını kaç olduğunu tespit ettiler. (gizliilimler.tr.gg)
Kitapta ClA'nın İran'da rehine tutulan Amerikalıların, ABD Elçiliğinin hangi bölümlerine kapatıldıklarını öğrenmek için yine ilgili gördükleri kişilere başvurduğu belirtiliyor. Hatta bu tür işleri için CIA yetkililerinin. "En geniş parapsikoloji servis KGB'de, Ruslar bu işi çok ilerlettiler” dedikleri de aktarılıyor.
Cinler bizim boyutumuzda, hacmi ve kütlesi olmayan, bu alemde bir başka boyutta bulunan (yaşayan) varlıklardır.
Cinler de erkekli dişili bir yaşam sürerler; doğarlar, yaşarlar, ürerler ve ölürler. İnançları ve idealleri vardır.
“CİN” adı geçtiği zaman hemen aklımıza, kısa boylu, ayakları ters, kulakları uzunca, gözbebekleri dikine, seri hareket edebilen, her kılıkta görünebildiği iddia edilen varlıklar gelir… Ya da beyninde belirli bozuklukları olan kişilerin görmüş olduğu halusünasyonlar.
Aşağıdaki resimde hayali bir cin resmi görüyorsunuz..
Kuran-ı Kerim’de bildirildiği gibi cinler dumansız ateşten yaratılmıştır.
İşte Kuran'ı Kerim'de 28 ayetten ibaret olan Cin Suresi:
Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla;
1- De ki: "Bana gerçekten şu vahyolundu: Cinlerden bir grup dinleyip de şöyle demişler: -Doğrusu biz, (büyük) hayranlık uyandıran bir Kur'an dinledik"
2- "O (Kur'an), 'gerçeğe ve doğruya' yöneltip-iletiyor. Bu yüzden ona iman ettik. Bundan böyle Rabbimiz'e hiç kimseyi ortak koşmayacağız."
3- Elbette, Rabbimiz'in şanı Yücedir. O, ne bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk."
4- "Doğrusu şu: Bizim beyinsizlerimiz, Allah'a karşı 'bir sürü saçma şeyler' söylemişler."
5- "Oysa biz, insanların ve cinlerin Allah'a karşı asla yalan söylemeyeceklerini sanmıştık."
6- "Bir de şu gerçek var: İnsanlardan bazı adamlar, cinlerden bazı adamlara sığınırlardı. Öyle ki, onların azgınlıklarını arttırırlardı."
7- "Ve onlar, sizin de sandığınız gibi Allah'ın hiç kimseyi kesin olarak diriltmeyeceğini sanmışlardı."
8- "Doğrusu biz göğü yokladık; fakat onu güçlü koruyucular ve şihablarla kaplı (doldurulmuş) bulduk."
9- "Oysa gerçekte biz, dinlemek için onun oturma yerlerinde otururduk. Ama şimdi kim dinleyecek olsa, (hemen) kendisini izleyen bir şihab bulur."
10- "Doğrusu bilmiyoruz; yeryüzünde olanlara bir kötülük mü istendi, yoksa Rableri kendileri için (doğruya iletici) bir hayır mı diledi?"
11- "Gerçek şu ki, bizden salih olanlar vardır ve bunun dışında (ya da aşağısında) olanlar da. Biz türlü türlü yolların fırkaları olmuşuz."
12- "Biz şüphesiz, Allah'ı yeryüzünde asla aciz bırakamıyacağımızı, kaçmak suretiyle de O’nu hiçbir şekilde aciz bırakamıyacağımızı anladık."
13- "Elbette biz, o yol gösterici (Kur'an'ı) işitince, ona iman ettik. Artık kim Rabbine iman ederse, o ne (ecrinin) eksileceğinden korkar ve ne de haksızlığa uğrayacağından."
14- "Ve elbette bizden Müslüman olanlar da var, zulmedenler de. İşte (Allah'a) teslim olanlar, artık onlar 'gerçeği ve doğruyu' araştırıp-bulanlardır."
15- Zulmedenler ise, onlar da cehennem için odun olmuşlardır.
16- Eğer onlar (insanlar ve cinler), yol üzerinde 'dosdoğru bir istikamet tuttursalardı', mutlaka Biz onlara bol miktarda su içirir (tükenmez bir rızık ve nimet verir)dik.
17- Ki, kendilerini bununla denemek için. Kim Rabbinin zikrinden yüz çevirirse, (Allah), onu 'gittikçe şiddeti artan' bir azaba sürükler.
18- Şüphesiz mescidler, (yalnızca) Allah'a aittir. Öyleyse, Allah ile beraber başka hiçbir şeye (ve kimseye) kulluk etmeyin (dua etmeyin, tapmayın).
19- Şu bir gerçek ki, Allah'ın kulu (olan Muhammed,) O'na dua (ibadet ve kulluk) için kalktığında, onlar (müşrikler,) neredeyse çevresinde keçeleşeceklerdi.
20- De ki: "Ben gerçekten, yalnızca Rabbime dua ediyorum ve O'na hiç kimseyi (ve hiçbir şeyi) ortak koşmuyorum."
21- De ki: "Doğrusu ben, sizin için ne bir zarar, ne de bir yarar (irşad) sağlayabilirim."
22- De ki: "Muhakkak beni Allah'tan (gelebilecek bir azaba karşı) hiç kimse asla kurtaramaz ve O'nun dışında asla bir sığınak da bulamam."
23- "(Benim görevim,) Yalnızca Allah'tan olanı ve O'nun gönderdiklerini tebliğ etmektir. Kim Allah'a ve O'nun elçisine isyan ederse, içinde ebedi kalıcılar olmak üzere onun için cehennem ateşi vardır."
24- Sonunda onlar, kendilerine vadedileni gördükleri zaman, yardımcı olmak bakımından kim daha zayıfmış ve sayı bakımından kim daha azmış artık öğrenmiş olacaklardır."
25- De ki: "Bilmiyorum, size vadedilen (kıyamet ve azap) yakın mı, yoksa Rabbim onun için uzun bir süre mi koymuştur?"
26- O, gaybı bilendir. Kendi gaybını (görülmez bilgi hazinesini) kimseye açık tutmaz (ona muttali kılmaz.)
27- Ancak elçileri (peygamberleri) içinde razı olduğu (seçtikleri kimseler) başka. Çünkü O, bunun önüne ve arkasına izleyici (gözetleyici)ler dizer.
28- Öyle ki onların, Rablerinden gelen risaleti (insanlara gönderilenleri) tebliğ ettiklerini bilsin. (Allah,) onların nezdinde olanları sarıp-kuşatmış ve herşeyi sayı olarak da sayıp-tespit etmiştir.
İnsan beynindeki nöron (sinir hücresi) sayısı, en az Samanyolu Galaksisi’ndeki yıldız sayısı kadar. Peki bu nöronların birbirleriyle ve beynin diğer öğeleriyle iletişimi nasıl ve verilerin gönderilmesindeki rolleri ne?
Nöronlar, yani beynin uzmanlaşmış sinir hücreleri, kendi çeperleri dışında ani voltaj yükselmeleri yaratabiliyor. Bu küçük elektrik kıvılcımları, akson adı verilen sinir hücresinden çıkan uzantılar üzerinde ilerleyebiliyor ve beynin diğer bir bölgesinde kimyasal sinyallerin ortaya çıkmasını sağlayabiliyorlar.
Şu andaki bilgilerimize göre, bu ikili, yani bir anda var olup sonra anında yok olan küçük elektrik çarpmaları, içinde yaşadığımız dünya hakkındaki verileri taşıyor:
“Ne görüyorum? Aç mıyım? Hangi yöne dönmeliyim?” ve bunun gibi.
Ama saniyenin binde biri kısalığındaki bu minicik elektrik akımlarının içine verilerin nasıl kodlandığı bilinmiyor. Üstelik, bu küçük akımlar farklı zamanlarda ve farklı yerlerde değişik anlamlara gelebiliyorlar (ya da bilginin alıcısı farklı algılayabiliyor).
Üstelik, beynin derinliklerine indikçe nöron topluluklarının, insanların hatıraları, değer yargıları, geleceklerine ilişkin kafalarındda kurdukları çeşitli senaryoların olası sonuçlarının değerlendirilmesi, bir eşe ihtiyaç duyup duymama ve bunlar gibi çok daha karmaşık olgularda görev aldığı anlaşılıyor.
İşte, gönderilen elektrik akımları ile oluşan kimyasal sinyallerin şifresinin çözülmesi, yani alıcı sinir hücresi tarafından algılanması esas bu gibi durumlarda bilim adamları için daha da anlaşılmaz hale geliyor.
Temel olarak bilinen gerçek şu ki, zihinsel veriler tek tek hücreler yerine, bu sinir hücrelerinin oluşturduğu gruplar içinde ve onların davranış biçimlerine bağlı olarak saklanıyor. Ancak, halen hangi nöronun hangi spesifik gruba bağlı olduğu açıklanabilmiş değil; daha da kötüsü, kullandığımız en gelişmiş teknolojiler dahi (beynin doğrudan içine elektrodlar iliştirmek gibi) bir kaç bin sinir hücresinin aktivitesini aynı anda ölçebilecek nitelikte değil. Kaldı ki, tek bir nöronun (yani sinir hücresinin) bağlantılarını takip etmek dahi çok güç, zira beyinde korteks (Cortex) bölgesindeki sıradan bir sinir hücresi yaklaşık olarak 10,000 diğer nörondan veri alıyor.
Bütün bu elektrik akımları beynin her yerine sinyalleri taşırken, sinir sistemleri içinde bilginin taşındığı tek sistem, hatta ana sistem, bu elektrik akımları olmayabilir.
İleriye dönük araştırmalar diğer potansiyel veri taşıyıcılarını incelemeye devam ediyorlar. Bunlar arasında gliyal hücreler (beyinde nöronlara nazaran on kat fazla bulunan ve işlevleri tam anlaşılamamış hücreler), hücreler arasında iletişimi sağlayan diğer mekanizmalar (henüz yeni keşfedilen bazı gazlar ve peptidler gibi) ve de hücrelerin içinde akan biyokimyasal şelaleler sayılabilir.
İnsan beyni hiç bir bilgisayarla karşılaştırılmayacak kadar karmaşık ve üstün bir sisteme sahiptir.
Beynin içine derinlemesine girildikçe, bizim kavrayabilme sınırlarımızı zorlayan detaylarla karşılaşırız, orda henüz kavramayı tam olarak beceremediğimiz bambaşka bir dünya vardır.
Bizim yerimize düşündüğünü zannettiğimiz beyin aslında karar verme yeteneğine sahip olmayan basit hücrelerden oluşur.