20 Eylül 2010 Pazartesi

ŞEYTANIN ÖRGÜTÜ ŞAMBALA, ŞEYTANIN ASKERİ HİTLER

Karanlık güçler yani şeytanın emrindeki Şambalalar bazen dünyadaki işlerini yürütebilmek için katalizör seçerler. İşte Hitler de seçtiklier en büyük katalizorlardan biridir. Hitler 20 Nisan 1889 da Bavyera yakınlarında bir köyde doğdu. Çok ilginçtir ki bu köy medyum ve falcılarıyla ünlü bir yerdir. Çok ünlü iki medyum olan Schnedeider kardeşlerde bu köyde doğmuşlardı. Ayrıca Hitlerin dadısı ve kuzenide medyumdur.


Hitler daha genç yaşında okültizme kaptırdı kendini ve dönemin gizmeli dergisi "ostara" elinden düşürmediği bir bilgi kaynağıydı. Hitler işte böyle bir ortamda şambala kaynaklı ökült düşüncelerle yetişti. Hitlerin kavgam kitabında şu cümleyle karşılaşırsınız

"Ben insanların bilmediği doğaüstü güçleri kullanarak Alman ırkını lider yapacağım!!!"

İşte Hitlerin doğa üstü güçleri, Masonların da Baphomet adıyla taptıkları ve emir aldıkları Baphomet, yani şeytanın ta kendisidir.


"O zaman zaman kendinden geçer ve başkalarının göremediği ancak kendisine eziyet eden, dehşet verici varlıklardan söz ederdi. Bu kriz anlarında Adolf'u yatıştırmak kolay olmuyordu. 1.Dünya Savaşı sırasında kafasının içinde yankılanan ve kendisiyle sık sık konuşan sesin varlığından söz ediyordu. Bir defasında siperlerde asker arkadaşlarıyla yemek yerken bu ses ona; "Yerinden kalk ve karşıya bak.." dedi.


Ses o kadar net ve ısrarcıydı ki, Hitler sanki askeri bir emir almış gibi otomatik bir hareketli itaat etti. Yerinden kalktı siper boyunca 20 metre kadar yürüdü. Sonra yemeğine devam etmek için yeniden oturdu ve bu sefer kendini daha rahat hissediyordu. Ancak birkaç saniye sonra kulakları sağır eden bir gürültü ve korkunç bir ışıkla etraf sarsıldı. Arkadaşlarının arasında unutulmuş bir el bombası patladı ve zavallı askerlerden biri bile sağ kurtulmadı, tabii Adolf hitler hariç."



Hitler'in "Satanist" Locası: Thule

Hitler'in bir diğer ilginç yönü de, "Thule" adındaki kara büyü konusunda yoğunlaşmış olan mason locasına girip burada büyü ve büyücülük konuları ile ilgilenmiş olmasıydı:

"Hitler, yalnızca yüksek dereceli masonların alındığı Kabala ile ilgilenen 'Thule' Mason Locasına kayıtlıdır." (Modern Magick, Donald Michael Kraig, sf.33)

"Sebottendorf, yazdığı kitapta 'Hitler'den önce ben vardım' diyordu. Hitler'in ilk kez kendilerine- 'Thule' ye geldiğini ve burada eğitildiğini açıkladıktan sonra, Hitler'in, Thule'nin aristokrat olmayan Almanlara açık olan yan örgütü Alman İşçi Partisi'ne, sonra da Thule'nin üyesi ve görevlisi Karl Harrer tarafından kurulmuş olan Münih'teki Alman Sosyalist Partisi'ne üye yapıldığını açıkladı." (Hitler'den Önce Hitler'den Sonra, Aytunç Altındal, Cumhuriyet, 1 Aralık 1992)

Hitler bu büyü örgütünde aldığı bilgiler doğrultusunda "nasyonal sosyalizm"düşüncesini oluşturmuş ve Nasyonal Sosyalist Parti de bu örgütün ön ayak olmasıyla kurulmuştu:

"Hitler'in ünlü Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (NSDAP), 1920'de, Thule tarafından başlatılan çabalarla kuruldu." (Hitler'den Önce Hitler'den Sonra, Aytunç Altındal, Cumhuriyet, 1 Aralık 1992)
Nitekim, "Thule"nin amblemi olan "Gamalı Haç"partinin de amblemi olarak kullanılmıştır:

"Thule'nin amblemi, yukarıda da belirtildiği gibi, Gamalı Haç'tı." (Hitler'den Önce Hitler'den Sonra, Aytunç Altındal, Cumhuriyet, 1 Aralık 1992)

Hitler siyasi hayatının ilk yıllarında uluslararası Siyonist finansörler dışında "Thule" locasının da desteğini görmüştü:

"Adolf Hitler, 1919'da Alman İşçi Partisi'ne katıldı, çünkü etkin bir Alman topluluğunun, aristokratların ve finansçıların oluşturduğu 'Thule Locası' tarafından desteklenmişti. J.H. Stein Bankasının sahibi ve Polonya bankacılarının ortağı olan Baron Kurt Von Schroder, Herrenklub'ün üyesi ve aynı zamanda Almanya'nın en etkin grubu 'Thule' Locası'nın lideriydi. 'Thule', 1919'da Hitler'in işini başlatmıştı. Schroder, tüm ITT'lerin ve Alman yan kuruluşlarının yöneticisiydi, SS Kıdemli Grup Lideri, Deutsche Reichsbank ve diğer yüksek seviyede yöneticilikleri vardı.

Şambala kendi çıkarları için Adolf hitleri yukarıdaki gibi birçok kez kurtarmıştır.

YAKINLARININ ŞAHİTLİĞİNDE ŞEYTANI DİNLEYEN HİTLER

“Yakınlarının anlattıklarına göre Adolf Hitler geceleri çığlıklar atarak uyanıyordu; titreyerek anlaşılmaz sözcükler söylüyor, soluk soluğa yatağından fırlıyor, odanın ortasına dikiliyor, görmeyen gözlerle bakarak ‘işte o, buraya da gelmiş, işte o’ diye inliyor sonra yine anlamsız garip sözcükler mırıldanmaya başlıyordu. Zorla teskin edilip yatağına yatırılıyor ama yine fırlayarak ‘işte yine orada, köşede’ diye haykıracak tepiniyor ve çığlıklar atıyordu.”

“Hitler Bana Dedi ki” adlı kitabında Herman Rausching, Hitler’le ilgili bu akıl almaz iddialarda bulunuyordu. Dünyayı titreten Nazi liderini korkutan ne olabilirdi?

Hitler’in bu şaşırtıcı gücü nereden kaynaklanıyordu? Çok yazılıp çizilen siyasi ve askeri kişiliğin ötesinde Adolf Hitler kimdi? On iki yıl Hitler’in basın sözcülüğünü yapmış olan Otto Dietrich “Çılgınca milliyetçi düşünceleri olan şeytani bir adam” diyordu Hitler için.

Hitler’in bu gizemli konumuyla ilgili en önemli kaynaklardan biri Herman Rausching. Rahusching “Hitler Bana Dedi ki” adlı kitabında Hitler’le ilgili başka tanıklıklarda daha bulunuyor.

“Hitler, sürekli olarak zamanın çok az kaldığı endişesindeydi ve sürekli korkuyordu. Sık söylediği şeyler arasında, ‘Evrenin Kesin Dönemeci’ sözü vardı ama eğitilmemiş olan bizler, gezegende olacak bir kıyameti tam anlamıyla kavrayamazdık. Kitle için ‘Ruhun yanlış yolu’ deyimini kullanıyordu. ‘Büyüsel Görüşe’ sahip olmak, insan tekamülünün amacıydı. Kendisi, o andaki ve gelecekteki başarıların kaynağı olan gizemli bilginin eşiğindeydi. İlkel dünyaya ait efsaneleri inceliyor, ilk toplumlar ve kitleleri etkileyen mitleri araştırıyordu. Doğa yasalarının değiştirilmesi için kullanılan büyüsel antik yöntemler hakkında bir kitap bile yazdı. Kendi gücünün, gizli güçlerden kaynaklandığına emindi. İnsanlığa yeni İncil’i bir an önce bildirmek hevesi içindeydi.”


Rausching’in sözleriyle Hitler’in büyüyle olan ilişkisi açıkça görülüyordu.

Nitekim ünlü Fransız bilim adamı Jacques Bergier “Büyü ve Politika” adlı çalışmasında, büyünün 20. yüzyılda birçok biçimde politikayı gizli olarak yönettiği düşüncesindeydi. Bergier, büyünün soyut olmadığını ve her şekilde ortaya çıktığını söylerken, çok gizli politik büyü gruplarının gizli bir savaş içerisinde olduklarını, bu savaşta hatanın kabul edilmediğini ve acımasızlığın ana ilke olduğunu belirtiyor. Artık bu akıl ötesi politik-büyü örgütleri, ulusların ötesinde, kendi çıkarlar, aldatılarak silinmekte ya da kurban edilmektedir.”

“Bilinmeyen Hitler” adlı kitabında Wulf Schwartzwaller iddiaları doğruluyordu:

“Hitler Landsberg hapishanesindeyken en düzenli ziyaretçileri Münih Üniversitesi Jeopolitik Enstitüsü Profesörü General Karl Haushoffer ile Rudolf Hess’ti. Hitler “Kavgam” adlı kitabını bu iki önemlin ismin yardımıyla yazmıştı. Haushoffer, Hitler ve Hess çok uzun söyleyişlere, müzakerelere dalıyorlardı. Haushoffer esoteric bilimlerin yanı sıra Zen Budizmi’ne de ilgi duyuyordu.

Tibetli Lama Rahiplerinden ders almıştı. Dietrich Eckart’tan sonra Hitler’i etkileyen ikinci kişiydi. Berlin’de Berlin Luminous Locası’nı o kurmuştu. Haushoffer ünlü Rus büyücü ve metafizikçisi Gregor İvanovich Gurdyev’in öğrencisiydi. Gurdyev ve Haushoffer, dünyanın altında yaşayan ve insandan daha üstün dünya dışı bir tür ile ilişki içerisinde olduklarına emin oldukları Tibet Locası’na üyeydiler. Hitler, Alfred Rosanberg, Himmler, Goring ve Hitler’in hemen hemen yanından hiç ayırmadığı fizikçisi Dr. Morell de aynı zamanda Loca’ya üyeydiler.” (The Unknown Hitler, Wulf Schwartzeller, Berkeley Boks, 1990)

1925 yılında Nazi Partisi hızla büyümeye başladı. Almanya’nın ünlü şairi Everst büyük bir hevesle partiye yazıldı, çünkü Nazi Partisi’ni kara güçlerin en açık ifadesi olarak görüyordu. Partinin yedi kurucusu da kara güçler tarafından yönetildiklerine ruhen ve bedenen emindiler. Onları birleştiren yemin, enerji ve şans kaynağı bir Tibet efsanesine dayanıyordu.

Araştırmacı-yazar Ergun Candan, “Gizli Sırlar Öğretisi” adlı kitabında bu konuyla ilgili son derece çarpıcı bulgulara yer veriyor:

“II. Dünya Savaşı sonlarına doğru yıkılan Nazi karargahına girildiğinde, hiç akıllara gelmeyen bir şeyle karşılaşılmıştı. Yıkıntılar arasında oniki Tibetli rahibin cesetleri bulunuyordu. Bu duruma o yıllarda hiçbir anlam verilememişti. Aslında savaş atmosferi içinde bunu hiç kimsenin düşünecek hali de yoktu. Savaş bitip de de her şey normale dönmeye başladıktan sonra bu durum birçok kimsenin dikkatini çekmeye başladı:

İddialara göre Hitler’in başka bir türle bağlantısı bulunuyordu.

Nazi karargahında oniki Tibetli rahibin işi neydi?

Bu soru uzun bir süre zihinleri meşgul etti. Naziler ile Tibetli rahipler ne gibi bir birlikteliği olabilirdi? İşte bu konu inceden inceye araştırılmaya başlandı. Ortaya çıkan sonuçlar bir hayli düşündürücüydü: Naziler bir yer altı uygarlığı olduğuna inanılan Şambala ile irtibatlıydılar!


Nazi Partisi’nin yedi kurucusundan biri olan Diettrich Eckardt, Satanist Thule tarikatının temel felsefesini şöyle açıklıyordu:

“Thule’un tüm sırları, eski kayıp bir uygarlığa dayanır. İnsanoğlu ile ‘dış zekalar’ arasında bulunan bazı aracı varlıklar, bu sıralara erenlere büyük bir güç kaynağı oluşturmaktadır. Bu güç kaynağı Almanya’yı dünyaya egemen kılacaktır. Yine bu güç kaynağı geleceğin üstün insanının ortaya çıkmasını ve insan türünün değişimini sağlayacaktır.”

İnsanoğlu ile dış zekalar sözleri insanla şeytanı anlatıyordu.

II. Dünya Savaşı’nın okült sebeplerine ilişkin bir kitap: Unsolved of Mysteries World War II

Hitler, kendi liderliğindeki dönemde ateş çağının yaşanacağına, buz ve soğuğun yenileceğine inanıyordu. İddialara göre, Rusya’daki buz çöllerine askerlerini yazlık elbiselerle göndermesi bu yüzdendi. Kafkasya’ya girdikten sonra yüksek rütbeli üç SS subayı, yüksek bir dağın zirvesine gamalı haç kara tarikat bayrağını dikti. Stalingrad yenilgisinden sonra Nazi söylevcisi Gobels haykırıyordu. “Anlamıyor musunuz? Evrensel anlayış yenildi, ruhsal güçler yeniliyor. Hüküm saati geliyor, tüm insanlar acı çekecekler ve çekmeliler..” Hitler ekliyordu: “Yeterince kayıp verilmedi!”

Hitler ve yandaşları korkuyorlardı. Karşıt güçler, yani AGARTA harekete geçmişti ve cezalandırılacaklardı. Son anda bile, Berlin düştüğünde, metroya sığınmış 300 bin Alman için Hitler çılgınca emir verdi: “Metroyu sular altında bırakın, herkes ölsün, bu bir ayindir ve kurban gerektirir, böylece yerdeki güçler yardımımıza koşacaktır.” Gerçekten çıldırmış mıydı yoksa öğretisini mi uyguluyordu?

Nazi Sosyalist Partisi’nin yedi kurucusundan biri olan Eckardt ölüm döşeğinde yatıyor ve son sözlerini söylüyordu:

“Hitler’i muhakkak izleyin, o benim müziğimle dans edecektir. Ona onlarla ilişki kurma yetkisini verdik.” Kimlerle? Bu ne demekti? Alman Genelkurmay toplantıları yoksa özel bir meditasyonla mı başlıyordu?

Gerçekten de karanlıklardan gelen, Şeytani gizem ve inanç, Nazi yönetiminin her yerinde yaşıyor ve yaşatıyordu.


Nazizm: 20. Yüzyıl Putperestliği
 

Naziler, gerek örgütlenme aşamalarında, gerekse 1933’te başlayan iktidarları boyunca, paganizmi (putperestliği) savunmuşlar ve Alman toplumunu Hıristiyanlıktan kopararak, pagan inançlara geri döndürmeye çalışmışlardır. 

Nazilerin en önemli ideoloğu olan Alfred Rosenberg, henüz 20’li yıllarda, Hıristiyanlığın Hitler önderliğinde kurulacak yeni Alman Krallığı (III. Reich) için gerekli olan ruhsal enerjiyi sağlayamadığını, bu nedenle Alman ırkının antik pagan dinine geri dönmesi gerektiğini açık açık savunmuştur. Rosenberg’e göre, Naziler iktidara geldiklerinde kiliselerdeki dini semboller yerine gamalı haçlar, Hitler’in Kavgam adlı kitabı ve Alman yenilmezliğini temsil eden kılıçlar yerleştirilmeliydi. Hitler Rosenberg’in bu görüşlerini benimsemiş, ancak toplumdan büyük tepki alacağını düşünerek, söz konusu yeni Alman dini teorisini tam olarak uygulamaya geçirmemiştir. (Michael Howard, The Occult Conspiracy: The Secret History of Mystics, Templars, Masons and Occult Societies, 1.b., London: Rider, 1989, s. 130) 

Ancak Nazi rejimi sırasında yine de önemli neo-Paganizm uygulamaları yaşanmıştır. Hitler’in iktidarı ele geçirmesinden bir süre sonra, Hıristiyanlıktaki kutsal günler ve bayramlar yok olmuş ve yerlerine Pagan dininin kutsal günleri konmuştur. 1935 yılında okullarda öğrencilere Hıristiyan duaları yaptırılması yasaklanmış, ardından Hıristiyanlıkla ilgili derslerin tamamı kaldırılmıştır. 

Nazilerin pagan ideolojilerini (ve sapkın eşcinsel eğilimlerini) konu alan The Pink Swastika (Pembe Gamalı Haç) adlı kitapta belirtildiği gibi, “Helenistik (Yunan) paganizminin yeniden doğuşu, Nazi kimliğinin çok temel bir özelliğidir.” (Scott Lively, Kevin Abrams, The Pink Swastika, Founders Publishing Corp., Oregon, 1997, s. 19) 


Nazizm’in çıkış noktası olan faşizmin özellikleri ele alındığında, otoriter devlet yönetimi, lider despotizmi, saldırgan bir dış politika gibi kavramlar sıralanır. Ancak tüm bunların yanında, faşizmin belki de en temel özelliği ırkçılıktır. Özellikle Nazi ideolojisine bakıldığında, faşizmi faşizm yapan etkenin asıl olarak ırkçılık olduğu görülür. Naziler, üstün ırk saydıkları Alman ırkını tüm dünyaya hakim kılma rüyasıyla yola çıkmışlar ve tüm politik ve sosyal girişimlerini buna dayandırmışlardır. Wilhelm Reich’ın ifadesiyle “Irk teorisi, Alman faşizminin teorik eksenini oluşturmaktadır.” (Wilhelm Reich, The Mass Psychology of Fascism, Farrar, Straus and Giroux, New York, 2000, s. 75)  




Eckardt ve dostları Thule’un dünyadaki temsilcileriydi. Amaçları dünyanın kaderini değiştirip üstün bir ırk meydana getirerek “üst zekalılara” diyaloğa geçmekti. Thule’nin temsilcileri Karl Haushoffer ve Dietrich Eckardt, medyum özelliğine sahip Adolf Hitler ve Rudolf Hess’i kendi amaçları için kullanmışlardı.


1926 yılında Berlin ve Münih’e küçük bir Tibet kolonisi yerleşti. Ruslar Berlin’e girişler sırasında cesetler arasında rütbesi olmayan 1000 kadar Tibet ölüm gönüllüsüne rastladı. Nazi hareketi başarıya ulaşır ulaşmaz Tibet’e heyetler göndermiş ve bunu 1943’e kadar kesintisiz devam etmişti.

Thule grubu üyeleri uzlaşmayı bozacak bir hata işleyecek olurlarsa intihar etmeye yemin etmişlerdi ve 14 Mart 1946’da Karl Haushoffer, karısı Martha’yı öldürüp, Japon usûlü harakiri yaptı. Mezarına hiçbir anıt ya da haç dikilmedi. Oğlu, Hitler’e karşı düzenlenen suikaste karışanlardan biri olarak idam edildi. Ceketinin cebinde şiir şeklinde yazılmış olan şu yazı bulundu: “Babam kötülüğün sesini duymadı. O, Şeytan’ı dünyaya saldı.”

HİTLER HAKKINDA YAZILAN VE KARAKTERİNİ ORTAYA KOYAN ÖNEMLİ KAYNAKLAR

"Açıkça görüldüğü gibi, Hitler kendisinin, Almanya'ya kurtarıcı olarak, insan üstü bir varlık gibi, özel bir görevle yükümlü olduğuna inanmaktadır." (Hitler Melek mi, Şeytan mı?, Walter C. Langer, sf.16)

Hitler yaptığı toplantılarda da bu özelliğini ön plana çıkarıyor ve insanlar üzerinde bu şekilde hakimiyet kurmaya çalışıyordu:

"Bütün bu toplantılar, doğaüstü ve dinsel bir hava yaratmayı amaçlıyordu, Hitler'in toplantı yerine girişi sözde bir ilah edası taşıyordu." (Hitler Melek mi, Şeytan mı?, sf.41)

Bu yönüyle insanları etkilemekte o kadar başarılı olmuştu ki, halk artık onu insan üstü bir varlık gibi görmeye başlamış ve tüm iradenin Hitler'e ait olduğu sapkınlığına inanmıştı. Hitler'in Hava Kuvvetleri Komutanı olan Goering'in şu ifadesi bu durumu en çarpıcı şekilde ortaya koymaktadır:

"Vicdansızım ben. Benim vicdanım Adolf Hitler'dir." (Hitler Melek mi, Şeytan mı?, sf.52)

Din yok edilmesi gereken bir duygudur. Devlet mutlak yönetici olarak kalmalıdır. Gençken, dini dinamitle yok etmenin gerekli olduğuna inanıyordum. Ancak şu anda daha kurnazca yöntemler kullanılması gerektiğini düşünüyorum... En sonunda dine inanan birkaç yaşlı insan kalacak... Genç ve sağlıklılar bizim tarafımızda… İnsanlarımız din olmadan yaşamayı başarmışlardı. Altı SS bölümünden hiçbirinin dinle bir bağı yok. (A. Hitler, Hitler’s Secret Conversations 1941-1944, With an introductory essay on The Mind of Adolf Hitler by H.R. Trevor-Roper, Farrar, Straus and Young, New York, p. 117, 1953; cited by Jerry Bergman, Darwinism and the Nazi Race Holocaust) 

Alman Führer’i bir evrimciydi. Almanya’nın tecrübesini, evrim teorisine uygun hale getirmek için bilinçli olarak çalıştı. (Sir Arthur Keith, Evolution and Ethics, New York: G.P. Putnam’s Sons, 1947, p. 1) 

Darwin: Before and After kitabının yazarı Robert Clarck ise, Hitler için:“Muhtemelen çocukluk döneminden itibaren evrim öğretisiyle büyülenmişti... Üstün bir ırkın her zaman aşağı ırkı fethedeceğini söylerdi.” demiştir. (Robert Clark, Darwin: Before and After, Grand Rapids International Press, Grand Rapids, MI, 1958. p.115)Nazi Almanyası’nın siyasi felsefesi de, Hitler’in bu inançları doğrultusunda şekillenmişti. 

Hitler'in içinde bulunduğu bu "üstün insan" olma sapkınlığı onda şiddete dayalı bir ruhun yansımasına da yol açtı:

"Barbarlık, onur dolu bir sıfattır. Bu nedenle, tam anlamıyla barbar olmak istiyoruz." (Cumhuriyet, 26 Kasım 1992, sf.12, Hitler'den Önce Hitler'den Sonra, Aytunç Altındal)

Hitler'in özel hayatı da birçok sapkınlıkla doluydu. Üst düzey Nazilerin çoğunda bulunan özelliklerden biri olan homoseksüellik Hitler'in de "alışkanlık"larındandı.

Hitler gençliğinden itibaren bu tür bir kimliğe sahip olmuş ve gençlik yıllarında homoseksüellerle beraber yaşamıştı. Bu dönemde geçimini eşcinsel ilişkiler için kendisini kiralayarak sağladığına dair polis kayıtlarında çeşitli bilgiler yer almaktaydı:

"İşte bu günlerde, üstelik eşcinsel ilişkiler için kendilerini kiralayan insanların kaldığı bir otelde kalıyor ve belki de bu nedenle polis kayıtlarına, bir 'cinsel sapık' olarak geçiyordu." (Hitler Melek mi, Şeytan mı?, Walter C. Langer, sf.172)

Genel olarak bütün yakın korumalarını homoseksüel olan kişilerden seçmiş ve aynı zamanda kendisine homoseksüel eşler de edinmişti. Hitler, bu sapık ilişkilerinin, homoseksüelliğinin bilinmesinden hiç rahatsızlık duymuyor ve eşcinsel oluşunu gizlemeyip eşcinsellerin kendi aralarında kullandıkları bir ismi kullanıyordu:

"Hitler'in normal kişilerden çok, eşcinsellerin yanında rahat ettiği doğrudur. Strasser'ın belirttiğine göre, kişisel korumalarının hepsi eşcinseldir. Rauschning, Hitler'in eşcinsel eşi olduklarını söyleyen iki oğlana rastladığını belirtmiştir. Hitler'in, eşcinsellerin, arkadaşları için kullandıkları "Bubi" adını kullandığı büyük bir olasılıkla doğrudur." (Hitler Melek mi, Şeytan mı?, Walter C. Langer, sf.164)