27 Aralık 2010 Pazartesi

Sinirbilimci Paul Breslin: “HERKESİN ALGILADIĞI, HİSSETTİĞİ, GÖRDÜĞÜ DÜNYA FARKLI! HERKESİN KENDİNE ÖZEL DÜNYASI VAR!"

“Benim Dünyayı Algılamam, Sizinkinden Ne Gibi Farklılıklar Gösteriyor?”

Bir kırmızı güle baktığımızda bunun mavi veya yeşil olmadığı konusunda hem fikiriz ama benim gördüğüm kırmızı acaba sizin gördüğünüz kırmızı gibi mi? Veya burnuma gelen kokuyu siz acaba nasıl algılıyorsunuz? 

DÜNYANIZ SİZE ÖZEL!! SİZİN GÖRDÜKLERİNİZİ, DUYDUKLARINIZI KİMSE SİZİN GİBİ ALGILAYAMIYOR…

Bireysel duyusal tecrübelerimiz arasında önemli farklılıklar var. “Dünyada iki insan yok ki yaşadıkları duyusal dünyalar aynı olsun” diyor sinirbilimci Paul Breslin. ABD'nin Philadelphia eyaletinde bulunan Monell Kimyasal Duyular Merkezi'nde görev yapan Breslin,“Gördüğünüz dünya, taddığınız yiyecekler, kokladığınız kokuların hepsi size özgün bir şekilde algılanıyor” diye açıklıyor. 

Tadı kötü bir içecek içirilen birkaç kişiye bunu beğenip beğenmediklerini soracak olsanız farklı cevaplar alırsınız. Çoğu beğenmediğini söyleyecektir. Ama hepsi değil. Garip bir tad alamadıklarını söyleyip ortalı bir cevap verenler; hatta içeceği hoş bulduklarını söyleyenler de çıkacaktır. 

Uzmanlar, yaptıkları deneylerde bu farklılıkları diğer duyularda da gözlemlediler. Işık algılama ve renkli görmede de önemli bireysel farklılıklar vardır. New York City'deki Columbia Üniversitesi'nden Stephen Tsang “Işığa tepkimiz, tek bir fotonu (ışık parçacığını) dahi algılayabilenlerden, gece körlüğü çekip loş ışıkta neredeyse hiçbir şey göremeyenlere uzanan bir yelpazede çeşitlilik gösteriyor”diyor. 

Seattle'daki Washington Üniversitesi'nde renkli görmede farklılıklarını araştıran Samir Deeb ise, çalışmalarının sonucunu şöyle özetliyor: 

“Renk algısı testleri, normal görüşe sahip bireyler arasında bile renklerin algılanış şeklinde geniş bir çeşitlilik olduğunu gösteriyor.” 

ACI ALGISI ÇARPICI DERECEDE FARKLILIK GÖSTERİYOR!

İnsanlar üzerinde yapılan acıya dayanıklılık testlerinde de deneklerin tepkileri açısından çeşitlilik gözlemlendi. Sıcaklığı aşamalı olarak yükseltilen suyla temas eden bir gruptan bazı insanlar, azıcık bir ısı yükselmesini dahi dayanılmaz buldukları halde, diğerleri fazla etkilenmiş görünmedi. Hatta bir kişi, insan derisinin yanmadan dayanabileceği maksimum sıcaklık seviyesi olan 49oC'ye ulaşıldığında bile rahatsız olmadığını söyledi. Deneyi gerçekleştiren ve Wake Forest Üniversitesi'ndeki Tıp Okulu'nda görevli Bob Coghill bu deneyi denekler manyetik rezonans görüntüleme cihazına bağlı olarak denedi ve beyin kabuklarında izlenen beyin faaliyeti miktarıyla insanların hissettiği acı arasında açık bir ilişki saptadı. Montreal’deki McGill Üniversitesi’nden Jeffrey Mogil “Acı algısı çarpıcı derecede farklılık gösteriyor” diyor ve ekliyor: “Bu deneyler sözkonusu farklılıkların gerçek ve objektif [olarak izlenebilir] olduğunu gösteriyor” . 

Böylece duyuların en az dördünde çok büyük miktarda bireysel çeşitlilik bulunuyor. Bu da, görme, koklama ve tadmaya ait olanlarla acı algılamaya ait olan reseptörlerinizin (alıcı sinir) kombinasyonunun diğer kişilerden neredeyse kesinlikle farklı olması anlamına geliyor. Paul Breslin bunun derin sonuçları olduğunu vurguluyor. “Eğer doğumdan itibaren öğrendiğimiz herşeyin duyu sistemlerimize bağımlı olduğunu düşünürseniz bireysel duyusal farklılıklar daha da ilginç bir hal alıyor” diyor araştırmacı. Diğer bir deyişle “yaşantımız algılarımızın meydana getirdiği bir bütün oluyor”. 

Bu durum, kuşkusuz, bir insan için hayatının en önemli gerçeğiyle yüzleşmek anlamına da geliyor. 

Peki ama hayatın son derece karmaşık, içiçe geçmiş, birbiriyle bağlantılı ve detaylı parçaları; maddenin ancak bir algı olarak varolduğu bir dünyada nasıl oluyor da böylesine gerçekçi bir şekilde ve kesintiye uğramadan sürebiliyor? Tüm bu bilgilerin sahibi; olayların Yaratıcısı ve herşeyin hakimi kim? 

26 Aralık 2010 Pazar

MATERYALİZMİN ÇIKMAZ SOKAKLARINDAN BİRİ; “Beyin ve Gözün Mükemmel Uyumu ve KÖR NOKTA ENGELİNİN AŞILMASI”

Görme işleminin yalnızca gözler sayesinde gerçekleştiği zannedilse de, aslında görme işleminin en önemli safhaları beyinde gerçekleşmektedir... 

Günümüzde mevcut iletişim teknolojilerini daha da geliştirmek için çok büyük çabalar sarf ediliyor, yeni yatırımlar yapılıyor. Oysa şu anda yeryüzünde öyle bir iletişim ağı kurulu ki yaklaşık 100 milyar kullanıcı bu iletişim ağı üzerinden sürekli haberleşiyor… Bu kullanıcılar iletişimi kolaylaştırmak için trilyonlarca yeni bağlantı kuruyor… Burada elektrik kesilmiyor, bilgisayardaki gibi bağlantı sorunları yaşanmıyor, kullanıcılar hiç dinlenmiyor… Dahası, bu teknolojinin geliştirilmesi gibi bir durum söz konusu değil; varolduğu günden beri en mükemmel şekilde işliyor. Burası ‘beyin’… Kontrolü altında bulunan sayısız işlemden biri ise ‘görüntü oluşumu’… En özel ve en hızlı bağlantılardan biri ’göz’le kuruluyor ve kusursuz görüntü sürekli olarak elde ediliyor…

Bilindiği gibi, insan vücudundaki sistemlerin işleyişinde en önemli görev beyne düşmektedir. Örneğin; görme işleminin yalnızca gözler sayesinde gerçekleştiği zannedilse de, aslında görme işleminin en önemli safhaları beyinde gerçekleşmektedir.

Gözümüz ile beynimizin olağanüstü bir uyum içinde çalışması sonucunda kesintisiz olarak etrafımızdaki varlıkları görmemiz mümkündür. Bunun için beynimizde ‘planlanmış’ işlemler gerçekleşir ve bunların hiçbirinde ‘tesadüf’e yer yoktur.


Kör Nokta ve Beynin Tamamlayıcı İşlevi 

Bu yazıya baktığınızda sayfayı tam olarak gördüğünüzü düşünüyor olabilirsiniz. Ancak durum bundan farklıdır. Elinizde tuttuğunuz dergide, sayfanın küçük bir noktası var ki o noktayı göremiyorsunuz. Bu durum yalnızca bu sayfa için değil, hayatınız boyunca gördüğünüz bütün görüntüler için geçerlidir. Bu, deneylerle ispatlanmış bir gerçektir.

Bu körlüğün sebebi, gözü beyne bağlayan sinirlerin gözün bir noktasında bulunmamasıdır. Retinanın bu küçük bölümünde koni ve çubuk hücreleri yoktur. Bu yüzden burası ışığa duyarlı değildir ve retinanın bu bölgesinde görüntü okunmaz.

Peki göz içinde böyle kör bir nokta bulunduğu halde, nasıl olur da etrafımızdaki her şeyi eksiksiz görürüz? Bunun sebebi beynin tamamlayıcı özelliğidir.

Kör nokta yüzünden eksik kalan nokta, çevresindeki fona uygun olarak tamamlanır. Diğer bir ifadeyle, beyin bu noktayı olabilecek en uygun renge boyayarak kamufle eder. (Meliha Terzioğlu, Fizyoloji Ders Kitabı, Cilt 1, İstanbul: Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yayınları, s. 437)

Kör noktanın varlığının farkına varılmaması ve görmede bir eksiklik olmamasının nedeni budur.

Konuyu daha iyi kavrayabilmek için şöyle bir test yapabilirsiniz.
Sağ gözünüzü kapayın ve bir resmi 50 cm.’lik mesafeden gözünüze doğru yakınlaştırın.
Baştan itibaren gözünüzü sadece artıya odaklayın. Yakınlaştıkça belirli bir süre için soldaki kırmızı noktanın yok olduğunu ve yerinin fondaki desenle doldurulduğunu göreceksiniz. İşte o noktada siz bir ‘kör’sünüzdür, fakat bunu hissetmezsiniz. Çünkü beyin kör noktayı, orada olması gerektiğini düşündüğü en iyi tahminle, arkadaki fon ile doldurur. Bu tahminin nasıl oluşturulduğu ise psikologların ve nörologlarının çözmeye çalıştığı başlıca sorulardan biridir.

Bazı çevreler kör noktanın varlığını şöyle açıklarlar: Her iki gözde de kör leke, görme eksenine göre farklı yerde bulunduğundan, iki gözle görmede, bir noktadan gelen ışınlar, bir gözde kör noktaya düşerken, diğer gözde duyarlı tabakada toplanırlar. Bunu savunanlar yeterli açıklamayı yapamadıkları gibi; tek gözle baktığımızda nasıl eksiksiz görüyoruz sorusuna da net bir cevap verememişlerdir. (Jillyn Smith, Sense and Sensebilities, Wiley Science Edition, s. 57)

Parçalanan Görüntü

Retina üzerinde oluşan görüntünün her parçası, elektriksel şifrelere dönüştürülür. Görme siniri boyunca giden elektriksel uyarıların yorumu beynin arka tarafında bulunan oksipital lobdaki görme korteksi tarafından gerçekleştirilir.

Başlangıçta çok açık seçik olan “ağ tabaka bilgileri”, anlaşılmaz elektrik sinyalleri olarak görme merkezine ulaşır. Oradaki sinir hücreleri bu karmaşıklığı çözecek, bunlardan bir anlam çıkaracak ve her birimiz için belirgin üç boyutlu görüntüler haline getirecektir. Beynin görme alanı çok kompleks şifreler çözen son derece gelişmiş bir bilgisayar gibi çalışır. Milyarlarca elektrik sinyali anında okunarak yorumlanır.

Beyin iki bölümlü bir organdır. Her bölümdeki oksipital lob, gözlerin sadece birinden bilgi alır. Görüş alanının sağ yanındaki bilgiler sol oksipital loba, sol yanındaki bilgiler de sağ oksipital loba gider.

> Colin Blakemore adlı bilim adamı, nasıl çalıştığı tam olarak anlaşılamamış bu sistem için şöyle demiştir:

“Beyin görsel bilgiyi aldıktan sonra parçalayıp ne yapar? Eğer daha sonra yeniden bunları biraraya getirip görüntüyü oluşturacaksa, hangi amaçla parçalar?” (Anthony Smith, İnsan Beyni ve Yaşamı, İstanbul: İnkılap Kitabevi, s. 227)

Gözün içindeki mekanizmalar, göz-beyin bağlantısı, sinir hücreleri ve elektrik sinyallerinden meydana gelen bu sistem, olağanüstü bir kompleksliğe sahip olmasına rağmen her şey son derece düzenli işler, hiçbir kargaşa ve kaos yaşanmaz. Çünkü vücudumuzda en küçüğünden en olağanüstü komplekslikteki işleme kadar gerçekleşen her faaliyetin kusursuz olarak gerçekleşmesini sağlayan bir tasarım vardır. Allah’ın yaratmış olduğu bu sistem sayesinde yaşamımızı -hastalık durumları dışında- hiçbir sıkıntı çekmeden sürdürürüz.

O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri inşa edendir; ne az şükrediyorsunuz. (Mü'minun Suresi, 78)

24 Aralık 2010 Cuma

KUANTUM: "GÖRÜLEN VE BİLİNEN EVREN BİR ‘HOLOGRAM’!.." YANİ ASLINDA SADECE BİR YANILSAMA!

Evrenin yaratılması ve yok olması, tek bir andır ve bu olay gerçekleşmiştir. Tıpkı bir hologram plakasına (teorik olarak) sonsuz sayıda görüntüyü (kayıt açıları farklı olmak üzere) üstüste ve birbirini engelleyip, bozmadan kaydetmenin mümkün olması gibi, evrenin bütün görüntü ve kayıtları da vardır, canlıdır ve üstüste ya da içiçe katlanmış bir durumda, kullanıma veya görülüp, algılanmaya açık bir pozisyonda bulunmaktadır.

Hologram plakasında mevcut olan görüntüleri, (örneğin bir vazoyu) üç boyutlu (ve bir suret) olarak canlandırabilmek için, kaydın yapıldığı aynı açıdan yeni bir lazer ışını vermek gerekmektedir. Bu ışının yerine, başka bir lazer ışın denemesi gönderilecek olursa, eski görüntünün yerine, yenisi (örneğin, bir masa) “canlanacaktır” odanın içerisinde. Diğer görüntü (vazo) yok olmamıştır. O da kayıtlıdır, vardır, oradadır. Ama onun kodları açık değildir. Ya da bir başka deyişle, onu “görecek göz” veya “algılayacak bilinç” yoktur ortada.

Tıpkı bunun gibi, evrende çok küçük bir açı farkıyla gelecek olan bir “enerji demeti” bizim gözümüzün önünde bambaşka bir “dünyanın”, “insanlık anlayışının” ve “görüntünün” oluşması sağlayabilir.

Bütün bunlar zaten bizde kayıtlı ve var olan bilgilerdir. Sadece “canlanmayı” ya da “suret âlemine geçerek görünmeyi” beklemektedirler.

Yeni Çağın Bilinci’nin en kısa özeti de: “Evrenin ve insanın ait oldukları holistik (bütünsel) sistemin kavranılması” şeklinde yapılabilir.


Holistik Evren Tasarımı konusunda, yepyeni bir anlayışa geçebilmek için, önce eski bildiklerimizi unutmamız gerekmektedir. Görülen ve bilinen evrenin aslında sadece bir “yanılsamadan” (bir hayal ve suretten) ibaret olduğu derinliğini fark edebilmek, insanda bir şok etkisi uyandırmaktadır. Ama yapabileceğimiz başka da bir şey yoktur.

İçinde “rol” olarak yaşadığımız bu dünyanın varlığı şüphe götürmez. Eğer iş bununla bitseydi, rahatça hayatımıza devam edebilirdik. Ancak bizi düşündüren ve tedirgin eden birçok oluşumun, insanı ve evreni daha derin katmanlarda araştırma yapmaya zorluyor. Bunu yaptıkça da, şaşkınlığımız ve heyecanımız artıyor.

Hiç bir şeyin bizim bildiğimiz gibi olmadığını anlamak, daha olgun ve gerçek bir anlayışa geçmemizin de ilk adımı olmak özelliğini taşıyor.

***

Tarihten holistik evrene bakış;

Hâricde ve hakîkatde, Allahü Teâlâdan başka, mevcûd yokdur. Allahü Teâlâ, kudreti ile, kendi isimlerinin ve sıfatlarının kemâlini mümkinât sûretlerinin perdesinde göstermiş, ya'nî eşyâyı, kendi kemâlâtına uygun olarak, his ve vehm mertebesinde, îcâd etmiş, var etmişdir. Böylece, eşyâ, vehmde görünmekde, hayâlde devâm etmekdedir. O hâlde eşyâ, hayâlde göründüğü için vardır. Lâkin Allahü Teâlâ, bu görünüşe devâm verdiği, yok olmakdan koruduğu eşyanın yapısına sağlamlık verdiği ve ebedî mu'ameleyi de bunlara bağlı kıldığı için, vehmdeki varlık ve hayâldeki devâm da, hakîkî varlık olmuşdur. (İmam-ı Rabbani, İkinci Cilt, 44. Mektup)

23 Aralık 2010 Perşembe

ANILARI NASIL SAKLIYORUZ? 'AKLIMA GELDİ' DEDİĞİMİZDE BİLGİ NERDEN NEREYE GELİYOR?

Bilgisayar zihindeki bilgileri de sayacak!

Hatırlama sürecinde beyinde gerçekleşen farklılıklar daha önce tespit edilmişti. İngiliz bilim insanları yaptıkları son araştırmada bunun bir adım ötesine geçmeyi başardı.

Londra Üniversitesi’nden bilim adamların geliştirdikleri bilgisayar programı ile insanların hafızaları taranarak, farkı anılar birbirlerinden ayırt edilmesini mümkün kılıyor.

Araştırma 10 gönüllünün katılımıyla gerçekleşen bir dizi deneye dayanıyor. Her bir gönüllüye 7 saniyelik üç farklı görüntü izlettirildi. Daha sonra, beyin aktivitelerinin izlendiği özel bir MRI (magnetic resonance imaging-manyetik rezonanas görüntüleyici) cihazına yerleştirilen gönüllülerden izledikleri görüntüleri rastgele olarak tekrar hatırlamaları istendi.

MRI’dan elde edilen veriler, hazırlanan özel bilgisayar programı ile tekrar gözden geçirildi ve bu program sayesinde gönüllülerin hangi görüntüyü hatırladıkları yaklaşık yüzde 50’lik bir oranla doğru tahmin edildi. Bu oran rastgele yapılan tahminlerin çok üzerinde.


'ANILARIN NASIL SAKLANDIĞI DA ÖĞRENİLECEK Mİ?'

Çalışmanın yürütücülüsü Prof. Eleanor Maguire daha önce sadece temel anıların tespit edilmeye çalışıldığı belirterek, son çalışmalarında “neredeyiz, ne yapıyoruz ya da nasıl hissediyoruz” gibi daha karmaşık anıları araştırdıklarını belirtti.

“Artık karmaşık anıların nerede olduğunu biliyoruz” diyen Maguire’ye göre gelecekte anıların nasıl saklandığı ve zaman içinde nasıl değişikliğe uğradığı da anlaşılabilecek olması ümit ediliyor.

Bilinç hakkında araştırma yapmanın önündeki temel engellerden biri ve belki de en önemlisi, bu konuda deney yapmanın mümkün olmamasıdır. Muhtemel ki, hayatımızın herhangi bir anında beynimizin içindeki bazı nöron toplulukları bilinç ile ilgili bazı işlere yarayan bazı faaliyetlerde bulunuyorlar (yani bilincimizin yerinde olmasını ve bizim “biz” olarak kalmamızı sağlıyorlar), bazıları ise bilinçle ilgili olarak herhangi bir işe karışmıyor.

NÖRONLARLA DEĞİL BİLİNÇ İLE İNSAN OLUYORUZ

Dışarıdakileri algılamamıza yardımcı olan elektrik sinyalleri yorumlayıp, onları tanıdığımız bir dostumuza, güzel bir çiçeğe, uçsuz bucaksız bir manzaraya, annemize, sokakta oynayan çocuklara, sevimli bir yavru kediye dönüştüren beynimiz midir?

Teknik anlamda sinyallerin beyinde yorumlandığı doğrudur. Materyalistler buradan yola çıkarak, bir beynin içindeki nöronlardan ibaret olduğumuzu ve yaşadığımız dünyanın bu nöronların birbirleri ile olan iletişiminin bir sonucu olduğunu iddia ederler. Düşünen, gülen, sevinen, karşısındaki insanı tanıyan, yorum yapabilen varlığın, DNA'yı keşfeden materyalist evrimci fizikçi Francis Crick'in deyimiyle, "bir nöron yığını" olduğunu savunurlar. Bir materyalist için insanın nasıl düşündüğü ve algılardan nasıl anlam çıkardığı önemli değildir. Önemli değildir, çünkü bunlar için yapabileceği bir açıklama yoktur. Ona göre her şey, maddesel anlamda incelenmelidir. Oysa bu, insanları Allah inancından uzaklaştırmak için ortaya atılmış büyük bir yalandır.

Bu durum materyalistler için şaşırtıcıdır, çünkü materyalistler, insanı insan yapan tüm unsurları, insanın sevincini, endişelerini, inançlarını, insanın kendi kişisel benliğini beyninin içinde bir yerlerde ararlar. Bir dostunu gördüğünde insanı sevindirenin, bir yavru köpek gördüğünde insanın içini coşturan duygunun, insanın karar verme, inanma, hissetme, duygulanma, sevinme, üzülme gibi hislerinin kaynağının nöronlar olduğunu iddia ederler. Ancak beynin içine girip nöronları inceleyen bilim adamları ve nörologlar, bunların hiçbirinin kaynağını beynin içinde bulamamışlardır. İşte bu yüzden yeni bir tanımlama yapmışlar ve insanı insan yapan unsurların kaynağı "bilinçtir" demişlerdir.

21 Aralık 2010 Salı

RUHLA BEDENİN SENKORİNAZYONA GİREMEMESİ SONUCUNDA GERÇEKLE HAYAL DÜNYASINI AYIRT EDEMEME RAHATSIZLIĞI: ‘ŞİZOFRENİ’

Şizofreni gerçekle hayal dünyasını ayırt edememe, mantıksal düşünme yeteneği kaybı, normal duygusal tepkiler verememe ve toplumsal kurallara uyamama görülür. Aynı zamanda hatırlama ve normal konuşma yeteneği genelde kaybolur. Dünyada 60 milyon, ülkemizde yaklaşık 700 bin bu hastadan bulunuyor. Şizofreni beynin `algı`, `düşünce` ve duygulanım` gibi neredeyse tüm fonksiyonlarında bozukluğa neden olarak karmaşık bir tablo ortaya koyar.



Şizofreni, semptomları beyin içinde bilgilerin iletimi ve işlenmesindeki anormalliklere bağlanan bir beyin hastalığıdır.    

Şizofreni hastalar sıklıkla “benleri” ile ilgili sorunlardan bahsederler:


“Bu düşüncenin kendim olmadığını hissediyorum, düşüncelerimi düşünen ben değilim, bu nesneler ile benim aramda yakın ilişki var, düşüncelerim nesneleri etkileyebilir ve ben düşündüğüm için öyle oldu, ben kendim gerçek değilim, ben ile diğer her şey arasında camdan bir duvar var, zaman ortadan kalktı...” gibi. 


Günlük yaşamdaki zihinsel olaylar görsel, işitsel, dokunsal, derin duyu, tat ve koku gibi dış dünyadan gelen uyarımlarla devamlı bir etkileşim halindedir. Bu şekilde içsel zihinsel durumlar, bedenden gelen duyumlarla birleşince “bedende bir ben yerleşimi” ortaya çıkar. Elimi ve kolumu hareket ettirmeye niyetlendiğimde, içsel zihinsel durumum ve kol hareketim esnasında ortaya çıkan (on-line) derin duyunun, zihinsel süreçlerimle birleşmesi “bedenimdeki ben’de” var olma deneyimi yaratır.




Beyindeki hasarlar insanın davranışlarını etkileyebilir. İnsanın aldığı kimyasallar ruh halini değiştirebilir. Şizofreni ya da depresyonla ilgili semptomların kaynağı beyinde de gözlemlenebilir. (Çünkü bilincin asıl kaynağı olan ruh, maddesel dünyaya beyin aracılığıyla ulaşmaktadır. Ancak beyin kimyasının davranışları etkilediği, ruhsal hastalıkların beyinde izlenebildiği saptaması beden-zihin problemini aşmaya yetmez. "Bilinç Problemi" kitabının yazarı Colin McGinn bu konuda şu itirafı yapmaktadır: 

"Uzun bir süredir beden-zihin problemini çözmeye çalışıyoruz.. Bütün çabamıza rağmen bir sonuç alamadık. Bu problem gizemini hala sürdürüyor. Bana kalırsa bu sırrı çözemediğimizi samimi bir şekilde itiraf etmenin vakti geldi..." (Colin McGinn, "Can We Solve the Mind-Body Problem?" Mind, 98 (1989), s. 349)




*** Doğrusu bu apaçık bir imtihandı. (Saffat Suresi, 106)

*** "Kim de Benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır..." (Taha Suresi, 124

20 Aralık 2010 Pazartesi

Einstein Haklı Çıktı.. 'AYNI ANDA 2 YERDE OLMAK MÜMKÜN!'

ABD'de California Üniversitesi bilim adamları, aynı anda iki farklı enerji durumunda bulunabilen bir aygıt geliştirerek Albert Einstein'ın öncülerinden olduğu "kuantum teorisi"ni haklı çıkardı. Yılın buluşu kabul edilen aygıt, toz zerresi kadar küçük bir metal parçasını "mutlak sıfır" kabul edilen eksi 273 dereceye yakın bir sıcaklığa kadar soğutuyor ve enerjisini bir kuantum artırıyor. Madde, bu noktada günlük hayatımızda karşı karşıya olduğumuz Newton fiziğinin kurallarından çıkıp Einstein tarafından tanımlanan kuantum yasalarına göre hareket etmeye başlıyor. Saniyede 6 milyar kez titreşen madde, algılanabilir bir elektrik akımı yayıyor ve aynı anda hem yüksek, hem de alçak enerji düzeyinde varolabiliyor.

EINSTEIN VAZGEÇMİŞTİ


Bilim adamları, henüz maddenin Einstein'ın mümkün olduğunu iddia ettiği gibi "aynı anda iki yerde birden bulunması"nı sağlamayı başaramadı; ancak bu buluş sayesinde bu hayalin gerçekleştirilebilir olduğu ortaya koymuş oldu.

AYNI ANDA BİR CİSMİ 2 AYRI YERDE GÖREBİLİR MİYİZ?


Parçacıkların süperpozisyonu bizim klasik evrenimizde düşünülemeyen Kuantum Fiziği'ne ait bir istisnadır. Kimse bir nesneyi (örneğin bir kalemi) aynı anda iki yerde, veya bir arabayı aynı anda iki viteste giderken görmemiştir. Süperpozisyon prensibini daha iyi anlayabilmek için şöyle bir örnek verebiliriz:



"Kanatları a,b ve c şeklinde adlandırılmış olan üç kanatlı sabit bir vantilatörün çalışmaya başladığını düşünelim. Kanatların dönme hızı yavaş yavaş artacaktır. 


Başlangıçta herhangi bir noktadan (bu, gözlem yaptığımız ve vantilatöre göre sabit bir referans noktası olabilir) her bir kanadın geçme anını ve hızını ölçebiliriz. Bu sırada kanatların her biri müstakil ve ayrı birer parça olarak görülmektedir. Fakat hızın maksimum olduğu anda artık tek tek kanatlardan değil, daire şeklini almış bir görüntüden sözedilebilir (hem dalga hem parçacık hali) ve bu durumda belli bir anda sözkonusu noktadan hangi kanadın geçtiğini bilemeyiz. Her üç kanadın geçme ihtimali aynıdır, deriz. Hatta yüksek dönme hızından dolayı, belli bir 't' anında bu nokta üzerinde her üç kanadın da (neredeyse aynı anda) bulunabileceğini düşünebiliriz. Ayrıca, teorik olarak elimizle kanatlardan birini tutmak istediğimizde dairevi şekil hemen ortadan kalkar ve elimize tek bir kanat gelir. Fakat hangi kanadın geleceğini önceden asla bilemeyiz. Peki herhangi bir anda dönme olayına müdahale ettiğimizde elimize gelen herhangi bir kanadın, örneğin "a" kanadının teorik olarak çok kısa bir zaman sonra, bir sonraki denemede gelmemesi, yani başka bir kanadı tutmak için ne yapmamız gerekir?

İşte klasik fizikten farklı olarak bu sorunun cevabı "hiçbirşey"dir. Çünkü kanatlar çok süratli dönmektedir ve elimizin hareket hızı ile kanadınki karşılaştırılamayacak kadar farklı olduğundan elimizle istediğimiz an istediğimiz kanadı tutma yeteneğinden yoksunuzdur.

Buradan hareketle atomaltı dünyasındaki kütle ve hız ölçülerini düşünelim. Tanecik boyutlarının, ağırlıklarının ve bunların yaptığı periyodik bir hareket için gereken zaman dilimlerinin çok çok küçük, buna karşılık bu taneciklerin hızlarının çok yüksek olduğu (bir elektron atom çekirdeği etrafında saniyede bir milyon tur atar) atomaltı dünyasını anlamak istediğimizde vantilatör örneği, buradaki olayların biraz daha akla yakın hale gelmesini sağlayabilir.

Kuantum fiziğinde ölçüm problemi, ölçme cihazı ile atomaltı parçacıkları bir araya getirmekten kaynaklanmaktadır. Bu iki ayrı alem arasındaki devasa boyut ve hız farkından dolayı, aslında ölçüm sonucunu aldığımız an, ölçüm yaptığımız andan daha sonraki ve her şeyin hemen değiştiği bir andır. Cihazın gösterdiği ölçüm sonucu, gösterdiği ve bizim okuduğumuz ana ait değildir. Çünkü ölçmeye çalıştığımız parçacığın hızı ve konumu her an değişmektedir. Bu nedenle da bir nesnenin hem konumunu hem de momentumunu aynı anda, tam olarak belirlemek imkânsızdır.

Hz. Hızır Ledün İlmiyle Hareket Eden, Zaman ve Mekana Bağlı Kalmayan Bir Şahıs

Kutsal kitaplarda olduğu gibi Kuran-ı Kerim'de de, Hz. Musa ile Hz. Hızır'ın yolculuğu detaylı olarak bildirilmiş, Hz. Hızır'ın Allah'tan bir nimet olarak sahip olduğu "İlm-i ledün" ve bu ilimle verdiği hikmetli kararlar açıklanmıştır. Konuyla ilgili bir ayet şu şekildedir:


Derken, Katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kulu buldular.
(Kehf Suresi, 65)


Andolsun, onların kıssalarında temiz akıl sahipleri için ibretler vardır. (Bu Kur'an) düzüp uydurulacak bir söz değildir, ancak kendinden öncekilerin doğrulayıcısı, herşeyin 'çeşitli biçimlerde açıklaması' ve iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve rahmettir. (Yusuf Suresi, 111)

19 Aralık 2010 Pazar

HER YAŞLILIK VE HAFIZA KAYBI ALZHEIMER HASTALIĞI MI?

Alzheimer hastalığı, zihinsel işlevlerde bozulmaya yol açan, ilerleyici bir beyin hastalığıdır. Bu hastalıkta hafıza, konuşma, yön bulma, insanları tanıma gibi konularda sorunlar yaşanır, günlük işler yerine getirilemez ve davranış bozuklukları görülebilir.


Alzheimer hastalığı nasıl başlar ve ilerler?


Alzheimer hastalığı, genellikle yavaş ilerleyen, ancak geri dönüşsüz bir hastalıktır. Başlangıcında fazla belirti vermez. Öncelikle yakın geçmişi hatırlayamama şeklinde ortaya çıkar. Kişi sabah ne yediğini, bir önceki gün eve kimlerin geldiğini anımsayamaz. Zamanla isimleri, yolları, tarihleri unutma veya karıştırma, eşyalarını sık sık kaybetme, karar verme güçlüğü, isteksizlik ve ilgisizlik, duygu ve davranışlarda değişiklik gibi belirtilerle devam eder ve bunlar giderek daha fazla dikkat çekici hale gelir. Hasta aynı soruları tekrar tekrar sorar, bazen sorulan sorulara anlamsız cevaplar verebilir. Dışarıda, hatta evin içinde bile yönünü kaybedebilir. Bu belirtiler hastanın kendisinde de sıkıntı yaratır ve hasta sinirli ya da içine kapanık hale gelebilir. Hatta depresyona girebilir. Sinsice ilerleyen tüm bu zihinsel ve ruhsal bozukluklara hastalığın ileri ki dönemlerinde yürüyememe ve idrarını tutamama gibi işlevsel bozukluklarının ilavesiyle de hasta günlük işlerini yapamaz hale gelir 5-10 yıl içerisinde tamamen bakıma ve hatta yatağa bağımlı hale gelen hastanın yardımsız yaşayamaması, ailesi ve ona bakan kişiler için ciddi bir yük oluşturur. Bu nedenle hastalığın erken dönemde teşhis edilerek gerekli tıbbi desteğin sağlanması çok önemlidir.

Alzheimer hastalığına nasıl tanı konur?

Orta yaşın üzerindeki hastalarda bu tip belirtilerle karşılaşıldığında, bu durumun yaşlanmanın doğal bir sonucu olduğu düşünülmemelidir. Alzheimer hastalığının habercisi olabileceği bilinmeli ve bir hekime başvurulmalıdır. Hekim kesin tanı için bazı tetkikler yapılmasını isteyebilir. Bazı testler, kan tahlilleri ve beyin filmleri çekilmesini gerekli görebilir. Bu şekilde de Alzheimer hastalığını diğer demans, yani bunama tiplerinden ayırt ederek kesin tanıya varır.

Alzheimer hastalığının habercisi olabilecek belirtiler nelerdir?

Temel olarak 10 belirti, Alzheimer hastalığının habercisi olarak nitelendirilebilir. Bunlardan bir ya da birkaçının varlığı, zaman kaybetmeden bir nörolog (sinir hastalıkları uzmanı), psikiyatrist (ruh hastalıkları uzmanı) ya da tanıdığınız bir hekime başvurulmasını gerektirir:


1) Günlük yaşamı etkileyecek düzeyde unutkanlık (özellikle yakın tarihli olayları
ve insan isimlerini anımsayamama)
2) Günlük işleri yerine getirmede güçlük çekme (alışveriş, yemek pişirme ya da
basit bir aleti çalıştırma gibi)
3) Sözcükleri bulmakta zorlanma
4) Tarihleri ve bilinen yolları unutma
5) Basit konularda karar verme güçlüğü (giysi seçimi gibi)
6) Hesap ya da planlama yapma gibi pratik düşünme becerilerinin azalması
7) Eşyaları yanlış yerlere koyma (buzdolabına ayakkabı çekeceği koyma gibi)
8) Ruh hali ve davranışlarda değişiklik (kolayca ağlama ya da sinirlenme gibi)
9) Kişilik değişiklikleri (çevresindeki insanları suçlama gibi)
10) Sorumluluktan kaçınma


Dünyaca ünlü nörolog konuştu, bilim dünyası karıştı.


Dünyaca ünlü nörolog Peter Whitehouse "Alzheimer yok, iyi ya da kötü yaşlanma var" dedi, bilim dünyası karıştı. Türk uzmanlar "Her bunama alzheimer değil" diyor.

Yaşlılığın korkulu rüyası, günümüzün en çok araştırmaya konu olan hastalıklarından alzheimer, tıp dünyasında sorgulanır hale geldi. Kimi uzmanlara göre, bu hastalık aslında yaşlılıkla birlikte görülen hafıza kaybından başka bir şey değil ve ilaçlar da fayda etmiyor.



Dünyaca ünlü nörolog ve yaşlılık bilimi uzmanı Peter Whitehouse da "Alzheimer hastalığının miti" isimli kitabıyla tartışmayı alevlendiren isim oldu.


Ona göre alzheimer, yaşlılıkta görülen hafıza kaybından farklı değil. İsviçre'de iki nörolog Anne Claude Juillerat ve Martial Van der Linden de bu teze destek verenlerden... "Alzheimer yok, sadece iyi yaşlanma ve kötü yaşlanma var" tartışmasına Türk uzmanlar da şöyle katıldı.

İlaçlar fayda etmiyor

Doç. Dr. Serdar Dağ (Nörolog): Alzheimer 40-50 yaşlarındaki erken bunamadır. İlerki yaşlarda, beynin hücrelerinin fonksiyon kaybı anlamına gelir. Yaşlılık nedeniyle bazı insanlarda daha fazla beyin hücresi bozulabilir. Bazı insanların cildinin erken kırışması gibi. Ancak ölen beyin hücreleri yerine gelmiyor yani ilaçlar yararsız. Kesin teşhis koymak zor. MR'da çıkıyor ama bu yaşlılıktan mı, hastalıktan mı bilemiyoruz.

Herkese etkisi farklı

Prof. Dr. Nevzat Tarhan (Psikiyatrist): San Francisco'da bir matematik profesörü satrançta 8 hamle ötesini görebilirken bunun 5'e düştüğünü fark etmiş. Alzheimer'den şüphelenilmiş ama yapılan incelemede hiçbir belirtiye rastlanmamış. Ölümünden sonra yapılan otopside aslında ciddi alzheimer plağı olduğu saptanmış. Yani hastalarda beyne verdiği zarara göre hastalığın belirtileri ortaya çıkmıyor. Alzheimer bunamanın bir çeşididir, ancak her bunama da alzheimer değildir.

Her hasta alzheimer değildir

Doç. Dr. Cem Orhon (Beyin cerrahı): Beyinsel hasar gören bütün yaşlılara alzheimer teşhisi konuluyor. Üniversitelerden bile yanlış alzheimer teşhisi ile hastalar geliyor. Yaşlılık nedeniyle bazı hastaların beyninde hidrosefali yani beyin sulanması oluyor. Bu hastalara alzheimer teşhisi konulup ilaç veriliyor. Hiç işe yaramıyor, ikinci ya da üçüncü evrede yakalarsak beyin pili daha yararlı oluyor.

ELEŞTİRİLER

Kesin teşhis edilemiyor.
Beyindeki bozulma, yaşlılığın doğal sonucu mu bilinmiyor.
Alzheimer nedeniyle bozulan beyin her hastada başka bulgu veriyor.
İlaçlar çok etkili olmuyor.

İDDİALAR

İyi yaşlanma kötü yaşlanma vardır. Kötü yaşlananlarda alzheimer olur.
Bazılarının yüzünün erken kırışması gibi beyin yapısı daha erken bozulabilir.
Alzheimer'daki bulgular yaşlılığa bağlı fonksiyon kayıplarıdır.
İlaçlar yerine sosyallik ve beyin egzersizleri daha yararlıdır.

"Sizi Allah yarattı Sizi yine O öldürecek, içinizden kimi -bildikten sonra (çocuk gibi) bir şey bilmesin diye- en aşağı ömre (erzeli'l-Ömr) kadar geri götürülür (Yani ihtiyar olur, dermansızlık ve akıl noksanlığı hususunda bir çocuğa benzer, unutkanlık hali başlar)" (en-Nahl, 16/70)