19 Mart 2011 Cumartesi

HAFİF ELEKTRİK BEYNE İYİ GELİYOR !

Beyne verilen hafif elektrik akımının, matematik becerilerini arttırdığı ortaya çıktı.

Sonuçları Current Biology dergisinin internet  sitesinde yayımlanan araştırmada, özellikle beynin rakamsal algılayışı için gerekli olan parietal loba çok hafif elektrik akımı verildiğinde matematik becerilerinin 6 ay boyunca arttığı belirlendi.

Deneye katılan 20-21 yaşlarında 15 üniversite öğrencisine semboller ve sayılar arasında bağlantı kurmaları istendi. Katılımcılardan daha sonra sadece sembolleri kullanarak işlem yapmaları (stroop testi) istendi.

Test sırasında katılımcıların beyninin matematikle ilgili olduğu bilinen ve parietal lob olarak adlandırılan bölümüne hafif elektrik akımı (1 miliamper) verildi. Uygulamaya "Transkranyal Doğru Akım Elektriksel Uyarımı" deniliyor.  

Kişinin dikkat ve performansının, beynin çeşitli bölgelerinin doğru akımla uyarılmasıyla değiştiği 1960'lı yıllardan beri biliniyor. Yani insanın beyin hücrelerinin elektrik sinyallerle çalıştığı ve her an milyonlarca elektrik devre oluşturduğunun bilinmesi yanı sıra, dışarıdan elektrikle daha iyi çalıştırılabildiği sonucunda da varılmış oldu.  

!!! Bilim insanları, bu yöntemin elektrik şokuyla ilgisinin bulunmadığının altını çiziyor.

Katılımcıların bir kısmında elektriğin soldan sağa, diğerlerinde sağdan sola doğru aktığını ifade eden bilim adamları, kontrol grubu olarak kullanılan kişilere hiç elektrik akımı verilmediğini söylediler.

Araştırmada, elektriğin sağdan sola doğru aktığı katılımcıların en iyi sonuçları aldığı, diğerlerinin daha çok hata yaptığı, hiç akım verilmeyen kontrol grubundaki kişilerin ise ortalama başarı ele ettiği ortaya çıktı.

Oxford Üniversitesi'nden Cohen Kadosh ve ekibi, yöntemi, ciddi sayısal kabiliyetsizlikleri bulunan insanlar üzerinde denemeyi planladıklarını belirtti. Bu kişilerin, markette para sayma gibi temel işlemleri bile yapamadıkları ifade edildi.

Sayısal kabiliyetsizlik; işsizlik, yoksulluk, depresyon, öz saygının azalması ve diğer sorunlardan kaynaklandığı belirtiliyor...
  Öğrenme Sırasında Beyinde Nasıl İşlemler Gerçekleşir?

Beynimiz çoğu zaman biz farkında bile değilken sürekli olarak yeni bilgiler öğrenmekle meşgul olur. Yeni bir şey öğrenmek demek, beynimizdeki nöronlar arasında elektrik akımıyla yeni ancak kalıcı yollar oluşması demektir.

Yeni bir şey öğrendiğimiz zaman, elektrik sinyalleri sinapslardan atlayıp yollarına devam ederler. İki beyin hücresi arasındaki aralığın çok küçük olmasına rağmen, bilim adamları bu geçişi bir insanın ortası uçurum olan bir vadide bir taraftan diğer tarafa geçmesine benzetmektedirler. Vadiyi birleştiren köprüyü ilk geçiş zor gelebilir ancak bir kez geçtikten sonra karşıya geçiş her defasında daha da kolaylaşır.

Sinyalin bir beyin hücresinden diğerine ilk kez geçişi de aynı şekilde güç olur ve belli bir çaba sarf etmek gerekir. Bu çaba, ilk öğrenme aşamasındaki zorlanma anlamına gelmektedir. Ancak sinyal, beyin hücreleri arasındaki aralıktan ne kadar çok geçerse o kadar sağlam bir yol oluşur. Beyinde geçişin kolaylaşması demek nihayetinde bir bilginin öğrenildiği anlamına gelmektedir.( BBC Human Mind, The Open University co-production, www.bbc.uk/science)

BU ARAŞTIRMANIN BULGULARI ÇOK İLGİNÇ BİLGİLERE IŞIK TUTUYOR OLABİLİR. BEYNİN BELİRLİ BÖLGELERİ NASIL OLUYOR DA, HAFİF BİR ELEKTRİK AKIMIYLA SAYILARI DAHA HIZLI TOPLAMAYA, KARAR VERMEYE VE İŞLEM YAPMAYA BAŞLIYOR ? BU İŞLEMLER HÜCRELERİN İÇİNDE Mİ GERÇEKLEŞİYOR ? PEKİ SAYILARI TOPLAYAN KİM ? HÜCRELER Mİ ?

   *** "... Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da seni düzgün (eli ayağı tutan, gücü kuvveti yerinde) bir adam kılan (Allah)ı inkar mı ettin? Fakat, O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam." (Kehf Suresi, 37-38)

17 Mart 2011 Perşembe

Materyalist Bir Bakış Açısı Kabul Edilirse Çıkan Çelişkilerden Biri: Kuantum Tünel Etkisi

Materyalizm çelişkilerle dolu bir felsefedir. Bugün artık bu bir teknik gerçek halini almıştır. Modern fizikte yapılan pek çok deney materyalizmin varsayımlarını sorgulamış ve hepsinin yanlış olduğunu birer birer göstermiştir. Bu yazıda bunlardan birine beraber şahit olacağız. Klasik bakış açısında elektronun maddi bir parçacık olduğu düşünüldüğünden, belli bir yerde olduğu düşünülmektedir. Bu düşünceye göre elektron maddi bir parçacık olduğuna göre belli bir hızı, enerjisi vardır. Ama varlığın temellerine dair yapılan gözlemler bunun doğru olmadığını söylüyor.

Kuantum Tünel Etkisi Nedir?
Küçük bir çocuk düşünün. Bu çocuğun 100 metre uzunluğundaki bir duvarın karşı tarafına  zıplayarak geçmesi mümkün müdür? Elbette ki kimse buna evet demez. Eğer atomaltı parçacıkları materyalist bir bakış açısı ile var kabul edersek işte bu örnekteki mantıksızlıklara benzer çelişkilerle karşılaşırız.


Eğer size dağı tırmanarak karşı tarafa geçmeniz istenirse ama sizin de buna uygun bir eğitiminiz, enerjiniz, tehlikelerden koruyucu giysi ve malzemeleriniz yoksa elbette bunu başaramazsınız. Parçacıkları maddi bir varlık olarak kabul edildiğinde buradakine benzer bir durum yaşanırdı. Bu materyalist bakış açısına göre elektronun çekirdekten kopması için belli bir enerji gerekmektedir. Bunun altındaki enerjilerde, elektronun kesinlikle çekirdekten kopmaması gerekirdi. Ancak bu böyle olmaz. Az enerjili elektronların atomdan ayrılabildiği tespit edilmiştir. Burada konuyu tarif edebilmek için elektrondan ve elektronun enerjisinden bahsediyoruz. Çünkü aslında gözlem yapılmadığı sürece elektrondan bahsedemiyoruz. Tıpkı meşhur fizikçi Bohr’un dediği gibi “Hiçbir şey ölçülene kadar yoktur.”


Materyalist bakış açısı ile bakıldığında elektronların yeteri kadar enerjileri olmamasına rağmen atomdan kopabilmeleri son derece çelişkili bir durumdur. Elektronlarda gözlemlenen bu durumu günlük hayatta ifade edebilmek için “kuantum tünel efekti” olarak adlandırdılar. Gerçekte böyle bir kuantum tüneli olmadığı açıktır. Bu gibi gözlemlerle materyalist bakış açılarını bir kenara bırakarak bakmakta zorlanan fizikçilerin çoğu ciddi şoklar yaşadılar. Nitekim Nobel ödüllü meşhur fizikçi Richard P. Feynman bu gerçeği “Paradoks (Çelişki) yalnızca gerçek ve sizin gerçek olması gerektiğini hissettiğiniz arasındaki bir çatışmadır. ” diyerek açıkça belirtmiştir. Materyalistler bu gereksiz iç çatışmalarından kurtulmaları için yapacakları tek şey vardır. Maddenin bize izlettirilen bir algılar bütünü olduğu gerçeğini kabul etmek.

Enerjisi, pozisyonu, hızı olmayan bir cismin maddi varlığından nasıl bahsedebiliriz?


Üstteki şekillerde klasik bakış açısı ile modern fiziğin bakış açısı karşılaştırılıyor. Soldaki resimde enerjisi belli bir değerin altında olan parçacık enerji duvarını aşamazken o değerin üstündeki parçacık aşarak duvarın karşı tarafına geçebilir.

Sağdaki şekilde kuantum bakış açısına göre geçerli olan şekil çizilmiştir. Buna göre elektronu tasvir eden kuantum mekaniksel dalga geniş bir alana dağılmıştır. Belli bir pozisyon, enerjiden bahsedemiyoruz. Kuantum mekaniğine göre elektronun yeri, enerjisi gibi kavramlar yoktur. Elbette böyle bir cismin maddi varlığından bahsedemeyiz. Yapılan gözlemler neticesinde yüksek enerjili bir bariyerin karşı tarafında klasik bakış açısı ile hiç olmaması gereken elektronlar tespit edilmiştir. İşte bu olaya kuantum tünel etkisi denir.

Kuantum Tünel Etkisine Bir Örnek: Alfa Işıması


Atom ve atomdan kopan alfa parçacığı.

Alfa parçacığı atom çekirdeğinin bir parçasıdır. Bunun ağır bir çekirdekte kopmak için ihtiyaç duyacağı enerji 25MeV kadardır. Oysaki alfa parçacığının ise bundan çok daha az enerjisi vardır: ki bu da 4 ile 9 MeV kadardır. 1 Yani enerjiyi de sabit bir kavram olarak var kabul edersek alfa parçacığının hiç bir zaman atomdan kopmaması gerekirdi.

Atom çekirdeğinden bir parça koparabilmek çok büyük bir enerji gerektirir. Materyalist bir bakış açısı ile hesaplandığında çekirdekten kopması mümkün olmayan parçaların buna rağmen çekirdekten koptuğu tespit edilmiştir. Ancak yine bu çelişkili durum materyalist zihniyet bir kenara bırakılarak yapılan hesaplarda ortadan kalkmaktadır. Bohr’un dediği “Hiçbir şey ölçülene kadar yoktur.” ilkesinden yola çıkılınca bu çelişkiler yaşanmamaktadır.

Kaynak:
1 Arthur Beiser, Concepts of Modern Physics, Fifth Edition International Edition Sayfa 432

11 Mart 2011 Cuma

BEYNİN YARISININ ÇALIŞMAMASIYLA ORTAYA ÇIKAN "İHMAL SENDROMU".. HAYATIMIZIN SADECE YARISINI ALGILASAYDIK...!

Bir gün baktığımızda karşımızdaki duvarın sadece yarısını görseydik, resmin sadece yarısını fark etsek, kelimelerin sadece yarısını görsek nasıl bir dünya ile karşı karşıya kalacağımızı hiç düşündünüz mü? Ceketimizin sadece bir kolunu giysek, yüzümüzün sadece tek tarafını traş etsek yada tek tarafına makyaj yapsak;  bir korku filmini anımsatan bu örnekler aslında her an karşı karşıya olduğumuz, bir adım önünüzdeki bir tehlike ...

 İnsan beyni iki ayrı yarım küreden oluşmaktadır.       

Her iki yarın küre vücudumuzun iki yarısından gelen bilgi ve uyarıları değerlendirmektedir. Beynimiz iki farklı yönden gelen uyarıları birleştirmekte ve tek bir algı haline getirmektedir. Bu sayede kesintisiz bir görüntü görürüz ya da vücudumuzu tek parça olarak hissederiz. Beynin bu mükemmel çalışması kimi zaman sekteye uğrar, bu durumda hayatımızın yarısını neglect (ihmal) etmeye başlarız. Bu rahatsızlığa da neglect (ihmal) sendromu adı verilen beyin rahatsızlığı adı verilir.

İhmal sendromu beynin sağ yarımküresinde oluşan hasarın sonucunda ortaya çıkmaktadır. Özellikle temporal ve parietal lobların birleşme alanlarında oluşan hasarlar neglect sendtromu ile sonuçlanır. Bu hasar beyne zarar verecek ağır bir kaza ya da bir inme sonrasında oluşabilir.

Beynimizin sağ yarımküresinin hasar görmesi sonucunda vücudumuzun sol tarafından gelen tüm uyarıları reddetmeye başlarız. Bu reddetme kimi zaman vücudumuzun o bölümü reddetmemize kadar gider. Birçok vakada hastalar sol ayağını ya da sol kolunun vücudunun bir parçası olarak kabul etmezler. Bu nedenle uzuvlarının kontrolünü yitirirler. İhmal sendromu hastalarının birçoğu tabaklarının sol tarafındaki yemekleri yemeyi reddederken bir kısmı da yüzünün sadece tek tarafına makyaj yapar ya da traş eder

İhmal sendromu insanın hafızasını de etkiler. Hastaların kazadan önce gördükleri cisimleri tarif ederken sadece bir yarısını tarif ediyorlar. Diğer yarısı ihmal ediyorlar.
Hastaların büyük bir kısmı hatıralarının, rüyalarının hatta halüsinasyonlarının sol tarafını yok sayıyor tek taraflı kabul ediyor. Bir kısım vakalarda ise hastalar uzuvlarını ihmal etmeye başlıyorlar. Kaydedilen bir vakada hasta uyandığında kendi sol ayağını bir kadavranın ayağı olarak zannettiği için korkuyla yataktan atmaya çalışıyor. Diğer vakalarda da hastaların “Bu el kime ait bilemiyorum, ama yüzüğümü parmağından çıkarması lazım “ yada “Bu sahte bir kol benim vücuduma birisi takmış, kızımı gerçek kolumu bulması için gönderdim” dedikleri gözlemlenmiş.

İhmal sendromu hastalarının bir kısmı odanın sol yarısını ihmal ederken bir kısmı da odanın tamamını fark ederken sadece içindeki cisimlerin sol yanlarını ihmal etmekte. Bu nedenle sendromun tedavisinde hastanın sol tarafını fark etmesi sağlanmaya çalışılıyor. Sol tarafından top göndererek yada sol tarafının da katıldığı oyunlar oynatarak rehabilite edilmeye çalışılıyor.

Beynimizdeki küçük bir hasar hayatımızın yarısını elimizden almaya yetiyor. Bir trafik kazası yada bir damar tıkanıklılığı bir anda bizleri resmini yarısın gören, vücudunun yarısını kabul yazıların yarısını okuyabilen bir hale getiriyor. Asıl harika olan beynimizin trilyonlarca uyarı doğru okuyup doğru anlayıp doğru yorumlayabilmesi. Beynin bu kompleks yapısı karşısında heyecanlanmamak mümkün değil…







İnsan beyni bir mucizeler ağıdır.

İnsanın beyninin içinde ortalama 100.000.000.000 (yüz milyar) nöron (sinir hücresi) bulunmaktadır.






 Bu mükemmel ağı daha iyi anlamak için şu örneği verebiliriz: Beyindeki bu nöronlar, sahip oldukları uzantılardan uç uca eklenecek olursa, uzunlukları birkaç yüz bin kilometreyi bulmaktadır İnsan beyninde aynı zamanda 100 trilyonda sinaps bulunur. Vücuttaki herhangi bir hücre, sinapslar yoluyla, 1000 ayrı beyin hücresi ile bağlantı kurabilmektedir. Bu olağanüstü ağ sayesinde meydana gelen bilgi işlem hızı, gerçek anlamda hayret vericidir. Tek bir bit'lik bilgi, bir anda tam 100.000 nörona ulaşabilmektedir. Bu özelliği ile beyin, bilinen en hızlı bilgisayardan yüz binlerce kat daha hızlıdır.



İnsanlara armağan edilmiş bu değerli hediyenin sahibi, çeşit çeşit nimetleri karşılıksız bağışlayan Yüce Allah'tır. Üstün yaratılış harikası beynin varlığı, Yüce Rabbimiz'in büyüklüğünü ve kudretini bir kez daha sergilemektedir.


*** “Andolsun, Biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık. Sonra onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik. Sonra o su damlasını bir alak (embriyo) olarak yarattık; ardından o alak'ı (hücre topluluğu) bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne Yücedir. (Müminun Suresi, 12-14)”

9 Mart 2011 Çarşamba

HİPNOZ BİR UYKU HALİ DEĞİL, KESİN GERÇEKLİK HALLERİNDEN BİRİ

Hipnoz Psikoloji'ye göre, telkine yatkınlık gösteren bir tür yapay uyku veya uyku-uyanıklık arası haldir. Ancak aşağıda okuyacaklarınız, hipnoza bakış açınızı, gerçekliğe bakış açınızı değiştirecek!

Kelime anlamının uyku olması sebebiyle hipnoz, genelde uyku ile özdeşleştirilmiştir. Aslında uyku, şuurumuzun nasıl değişik bir hali ise hipnoz da şuurumuzun daha değişik başka bir halidir, bir gerçekliktir, ortamdaki kişilerden ayrı bir boyutta hayatı yaşamaya başlamaktır.   


Uyanık halde, herkesin bildiği ve farkında olduğumuzu sandığımız bir şuur hali yaşamaktayız. Uykuda geçirdiğimiz zaman içinde ise pek farkına varmamakla beraber değişik şuur hali yaşadığımızı hissederiz.

Hipnoz hali iki yolla sağlanır: Manyetizma yoluyla (manyetik uyku) ve hipnotizma teknikleriyle (hipnotik uyku).


En azından rüyalarını hatırlayanlar, rüyaların, gerçek olarak kabul ettiğimiz kavramlardan hiç de farklı olmadığını kolaylıkla kavrayabilirler. Uyanık yaşam ile rüya arasında gerçeklik açısından hiçbir fark yoktur. Hipnoz, uyku hali olmadığı gibi bir uyanıklık hali de değildir. Ancak, her iki hali de kapsayan komple bir kavramdır.


  Hipnoz halinde yaşanan fenomenler ne kadar gerçektir?

Görüntüler, duygular, hisler bakış açılarına göre değişikler arz eder. İnsanlar aynı ortamlarda, aynı şartlara sahip etkilerde bile algılarına göre değişik tepkiler verir. Mesela, aynı şiddette verilen bir acı her insanda aynı şiddette hissedildiği halde, kişinin algılama farklılığından dolayı tepkisi farklıdır.

Kimi insan hiç sesini çıkarmaz, kimi sadece inler, kimi bağırır. İşte burada, acı aynı olmasına rağmen tepkiler farklı olduğundan izleyenler kendi algılarına göre farklı acılar yaşandığı ve hepsinin farklı şekilde acı çektiği kanısına varırlar.


Aslında, acıyı yaşayan kişiler de acının aynı olduğunu bilseler dahi kendi algıları çerçevesinde o acıyı daha az veya daha çok yaşadıkları kanısındadırlar. Her halükarda ortadaki acı herkes tarafından farklı algılanmaktadır. Ancak bu durum acının tek olduğu gerçeğini değiştirmez


Hipnoz fenomenlerinin gerçekliğini daha iyi anlayabilmek için bu kavrama bir örnek:

Karşımızda hipnoz olabilecek on kişi olduğunu varsayalım. Birinci kişiyi uyutuyoruz. Uyandıktan sonra sağ eline bir ateş değdireceğimizi söylüyoruz ve uyandırıyoruz. Denek tamamen uyandıktan, uyanıklık haline geçtikten sonra sağ eline herhangi bir şey değdiriyoruz.

O anda denek, gerçek bir ateş değmiş gibi acıyla kıvranacaktır.

 Deneğin yaşadıkları, hissettikleri gerçek bir ateşle sol elini yaktığımızda yaşayacakları ve hissedecekleri ile kesinlikle aynı olacaktır. Onun için sol elinin gerçek dediğimiz ateşle yakılması veya sağ elinin hayali olarak yakılması arasında gerçeklik bakımından hiçbir fark olmayacaktır. Seyreden 9 kişi için ise algılamaları farklı olduğundan durum daha farklı değerlendirilecek ve hayali olarak kabul edilecektir.

Ancak dokuz kişi de uyutulup birinci kişinin yaşayacağı deney onlara da aynı şekilde telkin edilirse, hepsi birden 1. kişinin elinin yandığını görürler.

Herkes elin yandığını gördüğüne göre el gerçekten yanmış mıdır, yoksa yanma olayı sadece bir hayal midir? Sözü geçen 10 kişi için olayın gerçek olduğundan kesinlikle emin olabilirsiniz. Hatta yanma olayı o derece etkili olabilir ki, yanan sol eldeki kızarıklık, yandığı düşünülen sağ elde de oluşabilir.

Bu durum için şöyle söyleyebiliriz; İlk gurup için gerçek olan algılar, ikinci gurup için sadece bir hayaldir. Ancak ikinci gurubun hayal kabul ettiği bütün o algılar, ilk gurup için tartışmaya bile mahal vermeyecek kadar gerçektir.

8 Mart 2011 Salı

MİKRO DÜZEYDEKİ BOŞLUKLARI DOLDURAN MUCİZEVİ SIFIR NOKTA ENERJİSİ

Günümüz fizikçileri, gördüğümüz her şeyin kuantum düzeylerine indikleri zaman önce boşlukla karşılaşmışlardır. Yani biz dahil evrendeki herşey boşluktan ibarettir. Ve koca dünyadan tüm boşluklar çıkarıldığında bir küp şeker boyutuna geleceğini buldular.. Sonra daha da derine indikçe gördüler ki; boşluk boş değil ve evrenimiz sandığımızdan da fazla mucizelerle dolu... 

Bunu bir kısmı bir an şüpheye kapılıp reddetme noktasına gelebilmelerine karşın, bundan yüzyıllar önce yaşamış Aziz Augustine “mucizeler, doğaya değil, bizim doğa hakkında bildiklerimize zıttır”diyerek, evrenin kendisinin başlı başına bir mucize olduğunu belirtmiştir.

Yapılan hesaplamalar, yüklü bir parçacığın bulunmadığı uzay boşluklarında da, (sanki varmış gibi) elektromanyetik alanların bulunabileceğini ortaya koymuştur. “Bhom-Aharov” adıyla anılan bir yasa ile uygun koşullar altında bir elektronun, herhangi bir elektronu bulma olasılığının sıfır olduğu bir bölge için manyetik alan bulunduğunu “hissedebilme” yetisine sahip olduğunu bulmuşlardır. Bu da sıfır nokta enerjisi denilen kavramla paralellik gösterir.

Yani; uzayı mutlak sıfır sıcaklık sınırına dek soğutarak, (bilinen her türlü elektromanyetiksel alanların ısı,ışık …vb. sıfırlanması sağlanarak), mutlak boşluğa ulaştığımızda Astrofiziğin kabul ettiği gibi, bir boşlukla karşılaşmayıp elektromanyetik alanlarla dolu, hiç durmadan kımıldayan bir dalga yüzeyi gibi kaynaşarak madde-antimadde çiftleri yaratan dalgasal bir enerji görüntüsü şeklinde var olduğunu görürdük.

Bu duruma Jhon Wheleer: “Hiçbir düşünce bana şundan daha temel görünmüyor. Boşluk boş değildir; en şiddetli fizik olaylarının oluştuğu yerdir” diyerek, Richard Feyman’ la birlikte; bir elektrik ampulünün içindeki boşluğu incelediklerinde, boşluğun enerjisinin gezegenimizin tüm okyanuslarını kaynatmak için yeterli olduğunu buldular. Ve daha kapsamlı hesaplamalar, olayın bundan da korkunç  ve heyecan verici olduğunu, yani uzay boşluğunun her bir santimetreküpünün bilinen evrendeki tüm maddelerin toplam enerjisinden daha fazla enerjiye sahip olduğunu gösterdi.

Hysenberg’in belirsizlik ilkesinin bir yorumuna göre; bir taneciğin konumu belirlendiğinde,enerjisi yoktur. Enerjisi belirlendiğinde de taneciğin kendisi yoktur. Bu da taneciğin bir halde iken, diğer halde olmadığını, farklı iki görünüm biçiminde açığa çıktığını gösterir. Tıpkı madde olarak isimlenenin, enerjinin yoğunlaşmış formu olması gibi...

Enerji-zaman eşitsizliği de bize, çok küçük zaman aralıkları için, bir taneciğin evrenin tüm enerjisine sahip olabileceğini, Hologram teorisince de zerrenin tümün kendisi olması dolayısıyla  bu taneciğin enerjiye dönüşümünün evrene kaynaklık eden enerjinin kendisi olarak açığa çıkacağını söyler. Başka bir deyişle, sonsuz enerji evrenin her noktasında bilfiil mevcuttur.

Zaten Rölativite teoremi de, Mikroskobik boyutlara inildikçe gerçekte Makroskobik boyutlara ulaşıldığını ve bu iki boyutun aynı yerde ve hatta aynı olduğunu ifade etmekte idi.  Bu konuda David Bhom da “Uzayda boşluk yoktur. O doludur. Bir vakum değil, enerjiyle dolu bir alandır. Ve biz dahil, her şeyin var olduğu temeldir. Evren bu kozmik enerji denizinden ayrı olmayıp bunun yüzeyindeki bir dalgacıktır.
Düşünülemeyecek kadar bir engin bir okyanusun ortasında, ona kıyasla ufak,uyarıcı bir desendir. Ve bu, maddenin, enerjinin, yaşamın her konfigürasyonunu, kuasarlardan, Shekespeare’nin beynine, çift sarmaldan galaksilerin büyüklük ve biçimini kontrol eden formüllere kadar mümkün olan her şuurlu  hareketi kapsayarak bu denizin ötesinde de akla sığmayacak başka düzenlerin, daha ileri aşamaların sonsuz basamaklarına uzanmakta olduğunu” ifade etmiştir.

***
“Ey cin ve insan toplulukları, Eğer göklerin ve yerin ötelerine geçebileceğinizi (düşünüyorsanız), haydi geçin! (Ama) onların ötesine geçemezsiniz, (Allah'tan) bir yardım olmazsa!” (Rahman Suresi, 33.ayet)
_

Kaynaklar:

1) Popüler Bilim, 2002
2)  Bilim Teknik Dergisi, TUBİTAK

6 Mart 2011 Pazar

EVRENDEKİ BİRLİKLER

Evrendeki Birlik

Materyalist zihniyette olan insanlar, şahit oldukları bütün varlıkları, başıboş, ayrı ve birbirine düşman düşünürler. Kendi kendilerine, tesadüfi ve birbirinden ayrı hareketler içinde olduklarını zannederler. Ancak kuantum fiziği çok ilginç bir gerçeği daha ortaya çıkarmıştır. Aslında, varlıkların arasına ne kadar mesafe girerse girsin, aralarında ilişki vardır. Fizikçi John Polkinghorne bu gerçeği “Birbiriyle etkileşime giren kuantum varlıkları ne kadar birbirinden ayrılsalar da birbiriyle ilişkili kalırlar.” sözleriyle belirtir. 1
Anında iletişim ve evrendeki birlik gerçeği, çatışmanın ilerlemenin temeli olduğunu öne süren materyalist felsefeye inanan kimi fizikçileri oldukça rahatsız etti. Onlara göre böyle bir şeyin olması imkansızdı. Ancak gelişen bilim ve yapılan deneyler bir kez daha bunun bir gerçek olduğunu ortaya çıkardı.

Evrende çatışma değil yardımlaşma ve birlik esastır. İlginçtir, modern fiziğin çağımıza sunduğu kavramlar da bununla paraleldir.

Evrendeki birlik ve parçaların elele vermesiyle ilgili Gribbin şu tespitleri yapıyor:
Fakat hayal kırıklığına uğramayın, zira Aspect deneyi ve sonraki deneyler bizim gündelik sağduyumuzunkinden gerçekten çok farklı bir dünya görüşü çıkarıyor ortaya. Bu deneyler bize şunu söylüyor: Bir zamanlar etkileşim içinde olan parçacıklar bir anlamda tek bir sistemin parçası olarak kalırlar ve sonraki etkileşimlere birlikte karşılık verirler. Gördüğümüz, dokunduğumuz ve hissettiğimiz hemen her şey bizim bildiğimiz haliyle evrenin meydana geldiği Büyük Patlama’dan bu yana zaman içinde başka parçacıklarla etkileşime girmiş parçacık öbeklerinden yapılmıştır. Vücudumdaki atomlar, şimdi uzaktaki bir yıldızın bir parçası olan parçacıklar ile ... bir zamanlar kozmik ateş topu içinde itişip kakışan başka parçacıklardan meydana gelmiştir. Hatta benim bedenimi oluşturan parçacıklar şimdi sizin bedeninizi oluşturan parçacıklarla bir zamanlar hoplaya zıplaya etkileşim içindeydiler. Bizler Aspect deneyinin kalbinden dışarı fırlayan o iki foton kadar tek bir sistemin parçalarıyız. 2
Evrendeki birlikle ilgili Roger Penrose ise şunları söylemektedir:
Tek tek parçacıklar kendi başlarına ‘durumlara’ sahip olmazlar, fakat yalnız öteki parçacıklarla karmaşık ‘dolaylı ilişkiler’ içerisinde varolabilirler ki buna ‘ilintiler’ (korelasyonlar) diyoruz. 3
Görüldüğü üzere modern fiziğin bize sunduğu gerçek, yaşamın, birbirine yabancı ve düşman parçaların birbiriyle mücadele ve kavgası içinde olmadığıdır. Evrende zerreler elele vermişlerdir. Hayatta kavga değil, yardım ve birliktelik esastır. Bu bilgiler evrimci düşüncenin modern bilimin dışında kaldığının başka bir ilginç kanıtıdır.

Varlıkları, apayrı ve birbirinden bağımsız görme düşüncesi yerini birlikteliğe bırakıyor. Bu gerçeği meşhur fizikçi D’Espagnat şu şekilde belirtiyor:
Einstein’ın hep esas kabul ettiği bir noktada doğayı kavrayışını değiştirecek türden deneyler şu yakınlarda gerçekleştirildi... uzay-zaman ayrılmazlığının [non-seperability] artık fiziğin en keskin genel kavramlarından biri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.  4

Evrenimiz tek olan Yaratıcımızın eseridir. O’nun tekliğinin bir tecellisi de evrendeki birliktelikte gözükmektedir. Evrendeki teklikle ilgili şaşırtıcı keşif ile ilgili David Bohm ise şu şekilde yorumda bulunmuştur:
Dağılmaz bir bütünlük olan bir yeni kavrama varıyoruz, ki bu dünyanın ayrı ve bağımsız var olan parçaların klasik bir şekilde çözümlenişini reddeder… Bütün evrenin ayrılmaz kuantum birlikteliği temel bir gerçekliktir. 5
Buraya kadarki bölümlerde kuantum fiziği öncesi fizik, bilimin içine sızmış yanlış felsefi akımlar, atom modelleri ve kuantum fiziğinin doğuşu, yeni fizikteki temel kavramlar, bunların batıl felsefeleri geçersiz kılması, Allah’ın varlıkları bir algılar bütünü olarak yaratmasının bilimsel delilleri ve evrendeki birliktelik gibi konularla ilgili detaylı bilgiler gördük. Önde gelen bilim adamlarının itirafları dünyamızın 20. yüzyıldaki köklü zihniyet değişimini ortaya koymuştur. Peki, bilim dünyasındaki bu köklü değişimin arkasında duran veriler neydi? Bilim adamları sahip oldukları batıl felsefeleri neden bırakmak zorunda kaldılar? Bu soruları aydınlatacak olan bundan sonraki bölümlerde göreceğimiz kimi deneyler gerçekten hayret vericidirler. Allah, atomların dünyasında her biri hayranlık uyandıran sayısız mucize yaratmıştır. Bu mucizelerin başında büyük bir nimet olan ışık gelmektedir. Işık, yalnız maddeye bakışımızı değil, zamana bakışımızı da değiştirmiştir.
Kaynak:



1   Quantum Theory, A Very Short Introduction, John Polkinghorne, Oxford University Press, 2002, Sayfa 80
Metnin İngilizcesi:
Quantum entities that have interacted with each other remain mutually entangled, however far they may eventually seperate each spatially.

2 John Gribbin, Schrödinger’in Kedisi’nin Peşinde Kuantum Fiziği ve Gerçeklik, Metis Yayınları, Mayıs 2005, Sayfa 233

3 The Emperor’s New Mind – Concerning Computers, Minds, and The Laws of Physics, Türkçe Çevirisi: Fiziğin Gizemi - Kralın Yeni Usu 2 Roger Penrose, Tübitak Yayınları, 9. Basım, Aralık 2003, Sayfa 183


4 John Gribbin, Schrödinger’in Kedisi’nin Peşinde Kuantum Fiziği ve Gerçeklik, Metis Yayınları, Mayıs 2005, Sayfa 232 )
( Ama bu ref de suradan reflemis: )
Ref: The Physicist’s Conception of Nature, y.h. J. Mehra, s. 734

David J. Bohm and Basil J. Hiley, On the Intuitive Understanding of Nonlocality as Implied by Quantum Theory, Foundations of Physics, vol 5, 1975
Metnin İngilizcesi:
One is led to a new notion of unbroken wholeness which denies the classical analyzability of the world into separately and independently existing parts… The inseparable quantum interconnectedness of the whole universe is the fundamental reality. --David Bohm