Euripides
24 Ağustos 2010 Salı
22 Ağustos 2010 Pazar
BOTOKS İNSAN YÜZÜNÜ DUYGUSUZLAŞTIYOR! PEKİ YA YÜZ NAKLİ?
İnsanların birbirinden ayırt edilmesini sağlayan ve en fazla göz önünde olan anatomik yapı yüzdür. Duyguların canlandığı, ifadelerin renklendirildiği bir tablo olan yüz, kişiliğin ortaya çıkmasını ve insanın kendinin farkında olmasını sağlayan bir anahtardır.
Kendimizle ve çevremizle iletişim sağladığımız ana yapı olan yüzümüzdeki değişik anatomik yapılar bizim fiziksel karakterimizi vermektedir.Yüzümüz; sesimiz, konuşma tarzımız, gözlerimiz ve bakışlarımızla bir uyum içinde olacak şekilde duygusal iç dünyamızın dışa açılan ana kapısını oluşturmaktadır. Ağlama, gülme, sevinme, kızma gibi temel duygusal yansımalarımız yüzümüzde şekillenmektedir, ve bu yansımalar kişiye özgü bir ifadenin bileşenlerini oluşturmaktadır. Yüzün dış örtüsü olan deri kendine özgü mucizevi bir yapıya sahiptir.
Yüzün değişik alanlarında inceliği, içerdiği deri ekleri ve yapısı diğer bölgelerden farklılıklar göstermektedir. Deri altı yağ dokusu, bunun altında uzanan sıkı bir bağ dokusu, bu bağ dokusuyla iç içe geçmiş ve alttaki yüz kemiklerine tutunan yüzün mimik adaleleri, yüzü anatomik olarak daha kompleks hale getirmektedir.
DUYGUSUZ, MİMİKSİZ BOTOKSLU YÜZLER
Son günlerde TV'de, sokakta sürekli botokslu kaşlara, düzeltilmiş burunlara, dolgun dudaklara maruz kalıyoruz. Kimi güzel, hakikaten doğal görünüyor. Kimi ise "Bak bana, bende estetik var" diye bangır bangır bağırıyor. Ama gerçek şu ki estetik operasyon büyük bir hızla yaygınlaşıyor. Şimdi bir de yüz nakli operasyonu var gündemde. Aynaya bakıp başka birinin yüzünü görmek... Yakında insanlar estetik cerrahların kliniğinden başka birinin yüzüyle mi çıkacaklar?
Birçok kişi estetik cerrahlara ellerinde ünlü birinin fotoğrafı ile başvurmakta, o ünlü kişinin burnunu ya da dudaklarını istemektedirler.
Yüz nakli ile kemik yapınız değişmez. Bu yüzden istediğiniz kişinin yüzüne tam anlamı ile sahip olamazsınız. Ama kendi yüzünüzü de koruyamazsınız, çünkü kalın bir doku nakledilecek yüzünüze. Daha önemlisi sağlık problemleri oluşabilir.
Allah insan yüzünü duygularını ifade edebilecek mimikleri ile yaratmıştır. Botoks ve yüz nakli gibi yöntemler insanın yüzünü elbette bir nebze olsun istediği şekle bürüyebiliyor. Ama biliyoruz ki, bu yeni yüzler doğallıktan, mimiklerden, duygulardan uzak oluyor. Tıpkı bir robot gibi. Mesela Meg Ryan beğendiğimiz oyuncu, yaptırdığı Botokstan sonra rol teklifi bile alamadı. Çünkü beğendiğimiz o kaşları, o alnının kırışması ortadan kalktı. Yani doğallıktan tamamen uzaklaştı.
YÜZ NAKLİNİN ZARARLARI
İnsan yüzünün nakledilmesi için gerekli cerrahi teknikler ortaya konulmuş olsa da temelde iki sorun bulunmaktadır. Birincisi ömür boyu ilaç kullanmak ve bunun getirdiği yaşamsal sorunlar; diğeri ise etik tartışmalardır. Yüz naklinde, nakledilen yüzün alıcı dokular tarafından reddedilmesini önlemek için vücudun immün sistemini, (bağışıklık sistemini) baskılayan ilaçların ömür boyu kullanılması gerekmektedir. Bu ilaçların yan etkilerinin oldukça fazla olduğu bilinmektedir.Bunlar bulantı/kusma, böbrek yetmezliği, kalp yetmezliği ve değişik dokularda kanser gelişme olasılığına kadar uzanmaktadır. Nakli isteyen birinin bunları biliyor ve kabullenmiş olması gerekmektedir.
YAŞLILIK VE YÜZ NAKLİ
İnsanların yüz nakli ve botoks gibi yöntemlere baş vurmasının bir başka nedeni de yaşlıkla beraber gelen cildin bozulması korkusudur. Yaşlandıkça derinin esnekliği azalır, incelir ve alt tabakalardaki yapı, iskelesini oluşturan yapısal proteinler hassaslaşıp çöktüğü için sarkar. Yaşı biraz ilerlemiş herkesin korkuyla beklediği yüzdeki kırışıklıklar, çizgiler işte bu nedenle meydana gelir. Üst deride sürekli yağ katmanı oluşturacak ve doğal yumuşatıcı etkisi gösterecek bezlerin salgısının azalması dolayısıyla pullanma görülür. Aşırı pullanma ve dökülme sonucunda derinin geçirgenliği artar ve dış etkilerin deriden geçişi kolaylaşır. Buna bağlı olarak da yaşlılık kaşıntısı, tırnak yaraları, uykusuzluk vs. meydana gelir. Aynı şekilde alt deride de çok büyük bozukluklar oluşur. Deri dokularında yenilenme ve madde alışverişi mekanizmaları yaşlı insanlarda önemli ölçüde bozulmuştur. Bu nedenle ileri yaşlarda kötü huylu tümörlere sık rastlanır.
Dolayısıyla bu güzellik dünya şartlarında kalıcı değildir. Ancak Allah razı olduğu kullarına cennette bu güzelliklerin kusursuzunu ve sonsuz olanını vaat eder.
Cennet ehlinin bir çarşısı vardır. Her Cuma oraya gelirler. Derken kuzey rüzgarı eser, elbiselerini ve yüzünü okşar. Bunun tesiriyle hüsün (güzellik) ve cemalleri (yüz güzelliği) artar. Böylece ailelerine, daha da güzelleşmiş olarak dönerler. Hanımları:
"Vallahi, bizden ayrıldıktan sonra sizin cemal ve güzelliğiniz artmış!" derler. Erkekler de:
"Sizler de Allah'a kasem (yemin) olsun, bizden sonra çok daha güzelleşmişsiniz." derler. [(Müslim), Kütüb-i Sitte-14, s. 433/16] ... Eğer cennet ehli kadınlarından bir kadın yer ehline görünseydi, dünyayı ve içindekileri aydınlığa boğar ve ikisinin arasını da güzel koku ile doldururdu... [(Tirmizi), Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 409/10095]
Cennetteki huriler yakut ve mercan gibidirler. Adam onlardan birinin yüzüne bakar da, kendini onun yanağında, aynada gördüğünden daha berrak görür. Onların incilerinin en ednası (en küçük, en önemsiz) şark ile garbi ışıklandırır. [Ramuz el-Ehadis-2, s. 337/7]
15 Ağustos 2010 Pazar
“RÜYA GÖRMEK ÖĞRENMEYİ ARTTIRIYOR !”
Olasılıkla beyninizin bilgileri daha iyi sindirebilmesinde uykunun faydalı olduğunu öğrenmek için bir nörobilimciye ihtiyacınız yoktur. Fakat rüyalar hakkında ne kadar bilgiliyiz? Bazı bilimciler, rüya görmenin de öğrenmeyi arttırabileceğini düşünmekte. Yeni bir çalışma bu görüşe ilişkin ilk delilleri sağladı:
Sanal gerçeklik labirenti ile ilgili rüya gören kişiler ikinci kez teste girdiklerinde yollarını ilkinden daha kısa sürede buluyorlar!
Pek çok araştırma beynimizin biz uyurken de çalışmaya devam ettiğini, gün içinde öğrendiğimiz bilgileri geçmişteki bilgilerimizle ilişkili bir şekilde depolamaya çalıştığını göstermektedir. Örneğin uyumakta olan kemirgenlerin hipokampuslarındaki nöronlar uyanık olduğu ve labirentte bulundukları zamandaki gibi çalışmakta, sanki öğrenmeye devam etmektedir. Bazı araştırmacılar kemirgenlerin o sırada labirentle ilgili rüya görüp görmediklerini merak etmişlerdir ama elbette ki bunu onlara sormanın bir yolu yoktur!
Bunun üzerine Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden nörobilimci Erin Wamsley, Robert Stickgold ve meslektaşları insanlarla benzer bir araştırma yapmaya karar vermişlerdir. Harvard Üniversitesi’ndeki öğrencilerden oluşan katılımcılardan bilgisayarda 45 dakika süreyle bir oyun oynamaları istenmiştir: Sanal gerçeklik labirenti.
Oyun sırasında araştırmacılar katılımcıların daha önce gördükleri bazı nesnelerin yerlerini hatırlayıp hatırlamadıkları ya da farklı başlangıç noktalarından girdiklerinden yollarını bulupbulamayacaklarını sınamışlardır. Ardından 99 katılımcıdan 50’sine uyumaları için zaman tanınırken geri kalanları video izlemeye devam etmişlerdir.
Uyku sırasında bu kişilerin elektroensefalografi kayıtları alınmış, uyanmaları durumunda ya da uyku süresinin sonunda rüya görüp görmedikleri ve rüyalarının içeriği hakkında sorular sorulmuştur. Şaşırtıcı olmayacak bir şekilde uyumasına izin verilen katılımcıların ikinci denemede daha başarılı oldukları, örneğin labirentteki nesnelerin yerlerini daha kısa bir sürede buldukları belirlenmiştir. Bunun yanı sıra uykuya dalma anında labirentle ilgili şeyler düşündüğünü ya da labirentle ilgili rüyalar gördüğünü söyleyen dört katılımcının başarısının uyuyan diğerlerine göre 10 kat daha fazla olduğu belirlenmiştir.
Current Biology dergisinin 2010 Nisan sayısında yer alan çalışmada katılımcılar rüyalarında labirentle ilgili görüntüler gördükleri ve bilgisayarın fon müziğini duydukları şeklinde bilgiler verse de hiçbirinin rüyası uyanıkken gerçekleştirdikleri performansın bire bir aynısı değildir.
Buradan yola çıkarak araştırmacılar, rüya sırasında beynin yaptığı şeyin uyanıkken yaşanılanların birebir anılarını oluşturmak olmadığı, var olan bilgi bağlamında yeni anılar oluşturmak olduğunu ileri sürmektedir.
Örneğin bir katılımcı uykusunda labirentin görüntülerinin yanı sıra birkaç yıl önce yaptığı bir yolculuktaki bir mağara ile ilgili de görüntüler gördüğünü söylemiştir. Stickgold, beynin “geçmişte yaşadığım hangi deneyimler şu anki durumu tekrar yaşadığımda (labirent testini) öğrenmeme daha çok yardımcı olur” şeklinde bir araştırmaya giriyor olabileceğini söylemektedir.
O, geceyi sizin için bir elbise, uykuyu bir dinlenme ve gündüzü de yayılıp-çalışma (zamanı) kılandır. (Furkan Suresi, 47)
13 Ağustos 2010 Cuma
İNTİHARI, İLAÇ KULLANMAMAYI, ACIYI, AÇ KALMAYI, ÜŞÜMEYİ, HASTALIKLARI BİR ERDEM GİBİ GÖSTEREN SAPKIN DİN; ‘CAYNİZM’
Caynizm intiharı teşvik eden, insanların sözde ilahlık makamına yükselmek için bir an önce hayatlarına son vermeleri gerektiğini söyleyen vahşi inanışlara sahiptir. Caynizm insanları sefalet içinde yaşamaya, aç kalmaya, çıplak gezmeye, zehirli böcekler tarafından sokulurken sessizce beklemeye, hastayken bakterileri öldürmemek için antibiyotik içmemeye, zararlı hayvanları yok etmek için dezenfektan kullanmamaya teşvik ederken, çok büyük bir zulüm yapmaktadır.
İnsanı sözde ilah gibi gördüğünü iddia eden Caynizm, gerçekte insanı bir mikroptan, bakteriden dahi daha küçük gören, insanı pislik içinde yaşamaya mahkûm eden, temizliği, rahatlılığı, güzel yiyecekleri yasaklayan baskıcı ve sapkın bir inanıştır.
Batıl Cayna inancında, Allah'ın ayette de bildirdiği gibi, neredeyse tüm nimetler anlaşılmaz bir şekilde insanlara haram kılınır.
Caynizm, insanlardan tüm istek ve arzularını köreltmelerini ister, kendilerine acı ve ızdırab çektirmelerini emreder. Acı çekmeyi, aç kalmayı, üşümeyi, hastalıkları sözde birer erdem olarak gösterir. Bu batıl dine bağlanan tüm insanlar da bu sözde erdemlere ulaşmak için acı çekmekten zevk alır hale gelirler. Bu durum Kuran'da yer alan "Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendi nefislerine zulmediyorlar." (Yunus Suresi, 44) ayetinin tam bir tecellisidir.
Caynaların kendilerine yaptıkları zulüm, sadece açlık ya da sefaletle de sınırlı değildir. Bir Cayna, fiziksel nedenlerle yeminlere uymayacak hale geldiğinde, ya da bir an önce ruhunu sözde "kurtuluşa" ulaştırmayı istiyorsa, kendini aç bırakarak gönül rızasıyla ölmelidir. Çünkü Caynizme göre, aç kalarak ölmek sözde en büyük erdemdir.
Caynizm ateist bir kültürdür, ancak bu ateizmin içinde Hinduizmden kalan putperest inançlar da bulunmaktadır.
Cayna tapınaklarında ya da evlerinde birçok Hindu hayali ilahın resimlerini ya da heykellerini görmek mümkündür. Caynalar bu putlara kendilerince saygı gösterilerinde bulunur, çeşitli yiyecekler, kokular ve çiçekler sunarlar. Akılsızca onlara dua eder, zenginlik, uzun ömür, erkek çocuk gibi isteklerde bulunurlar.
Caynalar hiçbir canlı varlığa zarar vermemeye çalışırlar. Bu inanış ilk duyulduğunda güzel bir ahlaki prensip olarak anlaşılsa da gerçekte Ahimsa (şiddetten, öldürmeden uzak durma inancı) Caynalar için bir şizofreniye dönüşmüştür.
Her canlının farklı boyutlarda ruhları olduğuna inandıkları için Ahimsa'nın kapsamına hayvanları, böcekleri, bitkileri, mikroskobik canlıları da alırlar. Çok küçük canlıları öldürmeden ya da incitmeden yaşamak, pratik olarak imkânsızdır. Bazı canlılar biz nefes alırken, su içerken ya da yemek yerken bile ölürler. Oturduğumuz ya da yattığımız yerde, giysilerimizde birçok mikroskobik canlı vardır. Ancak Caynistler tüm bunlar için akıl ve mantıkla örtüşmeyen, saçma önlemler almışlardır. Örneğin Caynalar nefes alırken herhangi bir canlıyı öldürmemek için ağızlarına maske takarak dolaşırlar. Mikropları öldürmemek için ilaç kullanmazlar. Batıl Cayna dininde antibiyotik ve dezenfektan kullanımı yasaktır. Meyve, bal ve et yemek yasaktır.
Katolik Ansiklopedisinde (The Catholic Encyclopedia) Ahimsa hakkında şu örnek verilir:
Cayna münzevi öldürmektense, sinekler ya da diğer böcekler tarafından ısırılmayı tercih eder... Örneğin 1834'de Kutch tapınak hastanesinde 5000 tane fare bulunmaktaydı.
11 Ağustos 2010 Çarşamba
DUA ETMEK AKIL SAĞLIĞINI KORUYOR !
İngiltere’de yapılan bir çalışmaya göre sıkça dua eden insanlarda depresyon ve strese bağlı bozukluğunun görülme oranının çok daha az olduğu tespit edildi. (BBC)
�
Son zamanlarda birçok araştırmacı akıl sağlığı ve din arasındaki bağlantı üzerinde yoğunlaştılar ve pek çok farklı sonuç çıktı.
�
Sheffield Hallam Üniversitesi’nden bir araştırmacı, dinin özellikle hangi tarafı ile akıl sağlığı arasında bağlantı olabileceği konusuna eğilerek bir araştırma düzenledi.
�
Araştırma sonucunda, kiliseye ya da dini içerikli sosyal toplantılara katılmakla kıyaslandığında kişisel dua etmenin akıl sağlığı üzerinde daha fazla pozitif etki gösterdiği sonucuna varıldı.
�
18 ila 29 yaş arasında değişen 251 erkek ve 223 kadın arasında yapılan çalışmada, katılımcılara dini inançlara sahip olmalarının kendilerince sebepleri, ne sıklıkla kiliseye veya dini toplantılara gittikleri soruldu ve depresyona eğilimleri araştırıldı.
�
Dinin hayatlarının her safhasında aktif olarak yer aldığını ifade edenler arasında akıl sağlığı açısından hasta olma olasılığı diğerlerine oranla daha az olsa da, sadece dua ettiklerini söyleyen katılımcılarda da belirgin bir öz güven olması dikkat çekici bulundu.
�
Stres
�
Dr John Maltby başkanlığındaki araştırmacılar, araştırma sonuçlarının sağlık ve din arasındaki ilişki olduğunu ve insanların dua etmeyi stresle başa çıkabilmekte bir yol olarak kullandıklarının gösterdiğini söylediler.
�
British Journal of Health Psychology’de yayınlanan yazılarında “bulgularımız dindarlıkla psikolojik sağlık arasındaki bağın ve dindarlığın psikolojiyi nasıl desteklediğini göstermektedir” dediler.
�
Yakın zamanda akıl sağlığı ve din hakkında bir kitap yayımlayan Mental Health Foundation (Akıl Sağlığı Kurumu)’dan bir yetkili, kişisel manevilik (spirutualite) ve hayat felsefesi olanların stresle daha kolay başa çıkabildiklerini söyledi. Geleneksel olarak değil de kalpten dindar olanların olayların sebepleri ve hayattaki rolleri hakkında daha geniş bir bakış açısına sahip olduklarını ve böylece akıl sağlığı sorunları yaşama yüzdelerinin de çok daha az olduğunu sözlerine ekledi.
�
Maneviliğin (spirutualite) akıl sağlığı üzerinde çok geniş bir etkisi olduğunu ifade eden kurum yetkilisi akıl sağlığının korunması “kendine zaman ayırma ve dua etmek” kadar basit olabilir dedi.
�
Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez. (Araf Suresi, 55)
�
"...Rabbime dua ediyorum. Umulur ki, Rabbime dua etmekle mutsuz olmayacağım." (Meryem Suresi, 48)
8 Ağustos 2010 Pazar
RÜYAMIZDA CANLANMAYI BEKLEYEN BİLİNÇDIŞIMIZ… Haşmet Babaoğlu'ndan Güzel Bir Tefekkür Yazısı..
Uyku deyince... Çoğu insanın aklına kan ter içinde uyanılan kâbuslar ve içinde "hayırlı işaretler" taşıdığına inanılan rüyalar gelir.
Uyumak ve rüya görmek...
Bu ikisi hem insan beyninde hem de insanlığın binlerce yıllık kültüründe birbirinden ayrılamazlar.
Bakın!
Uyumaktan korkanlara, uykuyu geciktirmeye çalışanlara yakından bakın!
Göreceksiniz ki, kötü uykuların karabasanlarından kaçmaya çalışıyorlar.
Bakın!..
Rüyalarını olur olmaz insanlara anlatıp duranlara bakın!..
Göreceksiniz ki, umarsız bir arayışa kapılmışlar: hayatlarıyla rüyalarını değiş tokuş edeceklerini sanıyorlar.
Benim gibiler...
Yani psikanaliz geleneği ve felsefesinden beslenmiş olanlar...
Rüyayı zihnimizin gerisinde varlığını sürdüren "karanlık uzaya" (bilinçdışı) açılan kapı olarak değerlendiririz.
Gerçekleşmemiş dilekler, mutlaka bastırılması gereken arzular, varlığımızı kemiren iç çatışmalar...
Hepsi bilinçdışımızda kuyruğa girmiş, bir rüyada canlanmayı bekliyorlardır sanki!
Ama bir dakika! Bütün bunlar bir yana...
Tek tek gördüğümüz rüyalarla ilgilenmek yerine çoktandır rüya gerçeğinin işaret ettiği hikmeti sorgulamaya başladım.
Bazen ben de kuvvetle o çok eski soruyu soruyorum: Bizi ter içinde bırakan hayat bütün süsüne püsüne rağmen kötü bir rüya mı?
Uyuyor muyuz biz?
Ve her seferinde zihnimin içlerinde o hadis-i şerif çınlıyor: "İnsanlar uykudadır, ancak ölünce uyanırlar."
Bütün bunları oturup yazmamın nedenine gelince...
Durgun yaz sezonunda dünyanın bütün sinema salonlarına canlılık getiren "Inception/Başlangıç" adlı filmi seyretmiş olmam.
Yıllar önce "Memento" adlı müthiş filmiyle gönlümü kazanmıştı Christopher Nolan. Şimdi üzerinde on yıldır çalıştığı rivayet edilen filmiyle karşımızda.
Konu şöyle...
Dom Cobb (DiCaprio canlandırıyor) adında bir adam hayatını başkalarının hayatlarına müdahale ederek kazanıyor.
Nasıl mı? Onları uyutup rüyalarına girerek ve rüyalarından fikir çalarak veya rüyalarına fikir yerleştirerek...
Bazıları "yıllardır böyle dolu dolu bir film izlememiştik" diyor.
Doğru! Inception'ın konusu çok ilginç ve zihin kurcalayıcı.
Anlatımı çok akıcı ve çarpıcı.
Ama itiraf etmek zorundayım ki, bütün hoşluklarına karşın bomboş bir film!
Rüya, bilinçdışı, uyku temalarını bozuk para gibi kullanıp harcamış Christopher Nolan!
Çünkü belli ki, ölümden korkuyor! Bütün film boyunca gerçek ölüme dokunmaktan vebadan kaçar gibi kaçıyor.
Oysa...
Ölümden korkanlar, uykuyu zerre anlayamazlar!
“Sizi geceleyin öldüren (uyutan) ve gündüzün 'güç yetirip etkilemekte (yapıp kazanmakta) olduklarınızı' bilen, sonra adı konulmuş ecel doluncaya kadar onda sizi dirilten (uyandıran) O'dur. Sonra 'en son dönüşünüz' O'nadır. Sonra yapmakta olduklarınızı size O haber verecektir. (Enam Suresi, 60)”
4 Ağustos 2010 Çarşamba
BİLİM, HZ.MUSA’NIN ASASI İLE DENİZİ YARMASINI KANITLIYOR !
Bu konuyla ilgili olarak yakın geçmişte bulunmuş, Firavun zamanından kalma papirüslerde şöyle bir izaha rastlanmaktadır:
Sarayın beyaz odasının muhafızı kitaplarının reisi Amenamoni'den katip Penterhor'a:
Bu mektup elinize ulaştığı vakitte ve noktası noktasına okunduğu zaman, kalbini müteessir edecek bir halde olan müellim felaketi, girdaba gark olma felaketlerini öğrenerek kalbini kasırga önündeki yaprak gibi en şiddetli ızdıraba teslim et...

... Musibet şiddetli zaruret birden bire onu zabtetti. Sular içinde uyku, canlıyı acınacak bir şey yaptı... Reislerin ölümünü, kavimlerin efendisinin şarkların ve garpların kralının mahvolmasını tasvir et. Sana gönderdiğim haber hangi habere kıyas edilebilir? (British Museum, 6 no'lu Mısır papirüsü)

Firavun olarak bilinen Mısır kralları, eski Mısır'ın çok tanrılı batıl dininde, kendilerini ilah olarak kabul etmekteydiler. Allah, hem Mısır halkının hak dine karşı batıl bir sistemi benimsemiş olduğu, hem de İsrailoğulları'nın köleleştirildiği bir dönemde, Hz. Musa'yı elçisi olarak Mısır kavmine göndermiştir.
Ancak eski Mısırlılar -başta Firavun ve çevresi olmak üzere- Hz. Musa'nın hak dine davetine rağmen putperest inançlarından vazgeçmiyorlardı. Hz. Musa, Firavun'a ve yakın çevresine sakınmaları gereken şeyleri açıklamış ve onları Allah'ın azabına karşı uyarmıştı. Buna karşılık onlar isyan edip Hz. Musa’yı Mısır'dan sürmek istemişlerdi.
Kuran'da bildirildiği üzere, bu takibin ardından iki topluluk karşı karşıya geldikleri sırada, Allah denizi yararak Hz. Musa'yı ve onunla birlikte iman edenleri kurtarmış, Firavun ve kavmini ise helaka uğratmıştır.

Bunun üzerine Musa'ya: "Asanla denize vur" diye vahyettik. Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu. Ötekileri de buraya yaklaştırdık. Musa'yı ve onunla birlikte olanların hepsini kurtarmış olduk. Sonra ötekileri suda boğduk. Şüphesiz, bunda bir ayet vardır. Ama onların çoğu iman etmiş değildirler. Ve hiç şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir. (Şuara Suresi, 63-68)
Bu bilgiler ışığında yola çıkan bilim adamları birçok araştırma ve incelemeden sonra, denizin nasıl ikiye ayrıldığı konusunda çarpıcı sonuçlarla karşılaştılar. Araştırmaların sonuçları Kuran'da haber verilen olayla tamamen mutabıktı.
Naum Volzinger ve Aleksei Androsov adlı iki Rus matematikçi, Hz. Musa'nın Kızıldeniz'i "ortadan ikiye" ayırmasının mümkün olduğunu matematiksel olarak kanıtladılar. Rus matematikçiler, bu mucizenin olasılık hesabı üzerinde duran bilim adamlarının aksine, mucizeyi oluşturabilecek koşulları incelediler ve bu incelemeler onları mucizeyi doğrulayan sonuçlara ulaştırdı.
Söz konusu bilim adamlarının Rusya Bilimler Akademisi bültenindeki açıklamalarına göre, Kızıldeniz'de o zamanlar yüzeye yakın dev bir kayalık bulunmaktaydı.
Bu durumdan yola çıkarak, söz konusu bilim adamları, kayalığın su seviyesi üzerinde kalmasını sağlayacak fırtınanın şiddeti ve rüzgarın hızını belirlemeye çalıştılar. Yaptıkları çalışmalar sonucunda, hızı saniyede 30 metreye ulaşan bir rüzgarın, denizin çekilerek kayalığı su seviyesinin üzerinde tutmasını sağlayabileceği anlaşıldı.

Rusya Okyanusbilim Enstitüsü'nden Naum Volzinger, bu durumda sayıları 600 bini bulan Yahudi'nin 7 kilometre uzunluktaki kayaları izleyerek, dört saatte karşı kıyıya ulaşabileceği sonucuna vardıklarını anlattı. Yahudilerin geçmesinden yarım saat sonra ise kayaların yeniden sular altında kalmış ve onları takip eden Mısırlıların da bu şekilde boğulmuş olabileceğini söyledi.
(Galina Stolyarova, 20 Ocak 2004, "City Scientists Say Red-Sea Miracle Can Be Explained", The St. Petersburg Times, www.sptimes.ru/archive/times/936/top/t_11445.htm; Galina Stolyarova, 21 Ocak 2004, "Mathematicians Dissect a Miracle", The Moscow Times,http://www.themoscowtimes.com/stories/2004/01/21/003.html)
Sarayın beyaz odasının muhafızı kitaplarının reisi Amenamoni'den katip Penterhor'a:
Bu mektup elinize ulaştığı vakitte ve noktası noktasına okunduğu zaman, kalbini müteessir edecek bir halde olan müellim felaketi, girdaba gark olma felaketlerini öğrenerek kalbini kasırga önündeki yaprak gibi en şiddetli ızdıraba teslim et...
... Musibet şiddetli zaruret birden bire onu zabtetti. Sular içinde uyku, canlıyı acınacak bir şey yaptı... Reislerin ölümünü, kavimlerin efendisinin şarkların ve garpların kralının mahvolmasını tasvir et. Sana gönderdiğim haber hangi habere kıyas edilebilir? (British Museum, 6 no'lu Mısır papirüsü)
Firavun olarak bilinen Mısır kralları, eski Mısır'ın çok tanrılı batıl dininde, kendilerini ilah olarak kabul etmekteydiler. Allah, hem Mısır halkının hak dine karşı batıl bir sistemi benimsemiş olduğu, hem de İsrailoğulları'nın köleleştirildiği bir dönemde, Hz. Musa'yı elçisi olarak Mısır kavmine göndermiştir.
Ancak eski Mısırlılar -başta Firavun ve çevresi olmak üzere- Hz. Musa'nın hak dine davetine rağmen putperest inançlarından vazgeçmiyorlardı. Hz. Musa, Firavun'a ve yakın çevresine sakınmaları gereken şeyleri açıklamış ve onları Allah'ın azabına karşı uyarmıştı. Buna karşılık onlar isyan edip Hz. Musa’yı Mısır'dan sürmek istemişlerdi.
Kuran'da bildirildiği üzere, bu takibin ardından iki topluluk karşı karşıya geldikleri sırada, Allah denizi yararak Hz. Musa'yı ve onunla birlikte iman edenleri kurtarmış, Firavun ve kavmini ise helaka uğratmıştır.
Bunun üzerine Musa'ya: "Asanla denize vur" diye vahyettik. Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu. Ötekileri de buraya yaklaştırdık. Musa'yı ve onunla birlikte olanların hepsini kurtarmış olduk. Sonra ötekileri suda boğduk. Şüphesiz, bunda bir ayet vardır. Ama onların çoğu iman etmiş değildirler. Ve hiç şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir. (Şuara Suresi, 63-68)
Bu bilgiler ışığında yola çıkan bilim adamları birçok araştırma ve incelemeden sonra, denizin nasıl ikiye ayrıldığı konusunda çarpıcı sonuçlarla karşılaştılar. Araştırmaların sonuçları Kuran'da haber verilen olayla tamamen mutabıktı.
Naum Volzinger ve Aleksei Androsov adlı iki Rus matematikçi, Hz. Musa'nın Kızıldeniz'i "ortadan ikiye" ayırmasının mümkün olduğunu matematiksel olarak kanıtladılar. Rus matematikçiler, bu mucizenin olasılık hesabı üzerinde duran bilim adamlarının aksine, mucizeyi oluşturabilecek koşulları incelediler ve bu incelemeler onları mucizeyi doğrulayan sonuçlara ulaştırdı.
Söz konusu bilim adamlarının Rusya Bilimler Akademisi bültenindeki açıklamalarına göre, Kızıldeniz'de o zamanlar yüzeye yakın dev bir kayalık bulunmaktaydı.
Bu durumdan yola çıkarak, söz konusu bilim adamları, kayalığın su seviyesi üzerinde kalmasını sağlayacak fırtınanın şiddeti ve rüzgarın hızını belirlemeye çalıştılar. Yaptıkları çalışmalar sonucunda, hızı saniyede 30 metreye ulaşan bir rüzgarın, denizin çekilerek kayalığı su seviyesinin üzerinde tutmasını sağlayabileceği anlaşıldı.
Rusya Okyanusbilim Enstitüsü'nden Naum Volzinger, bu durumda sayıları 600 bini bulan Yahudi'nin 7 kilometre uzunluktaki kayaları izleyerek, dört saatte karşı kıyıya ulaşabileceği sonucuna vardıklarını anlattı. Yahudilerin geçmesinden yarım saat sonra ise kayaların yeniden sular altında kalmış ve onları takip eden Mısırlıların da bu şekilde boğulmuş olabileceğini söyledi.
(Galina Stolyarova, 20 Ocak 2004, "City Scientists Say Red-Sea Miracle Can Be Explained", The St. Petersburg Times, www.sptimes.ru/archive/times/936/top/t_11445.htm; Galina Stolyarova, 21 Ocak 2004, "Mathematicians Dissect a Miracle", The Moscow Times,http://www.themoscowtimes.com/stories/2004/01/21/003.html)
2 Ağustos 2010 Pazartesi
HİPNOZ ESNASINDA BİR İNSANIN PSİKOLOJİSİ VE VÜCUT FONKSİYONLARI NASIL DEĞİŞİYOR? NELER YAŞANIYOR?
Hipnozda Gevşeme
Hipnozda en kolay elde edilen ve en sık gözlemlenen şey hastadaki huzur, sakinlik ve gevşemedir. Hipnozu yaşayan insanlar daha önce hiç bu kadar gevşemediklerini ifade ederler.
Hipnoz tüm vücutta ve ruhta hissedilen derin bir gevşemedir. Hipnoz, bilimin bulduğu nonfarmakolojik en etkili ajandır.
Düşünce Sürecinde Meydana Gelen Değişiklikler

Hipnozda düşünce süreci yavaşlar ve düşünce derinleşir. Dikkat ve konsantrasyon hipnoz esnasında yoğundur. Belki de bundan dolayı bazı insanlar etrafta meydana gelen değişikliklere fazla aldırmazlar.
Duygusal Değişiklikler
Hipnozla insanların duygu durumunda değişiklikler meydana getirmek mümkündür. Öyle ki insanların bazen seans boyunca tek bir duyguyu yaşaması ve hissetmesi sağlanabilir.
Örnek:
Morali bozulmuş birisine seans boyunca iyimserlik duygusunu yaşaması telkin edilebilir. Bazı hastalar bunu rahatlıkla yerine getirebilirken bazılarına da yaşadıkları mutlu olaylar hatırlatarak hipnotist yardım edebilir.
Hipnozda telkin edilen ve yaşatılan duygusal değişiklikler, hipnozdan sonrada devam etme eğilimindedirler.

Hipnozda Fiziksel Bazı Değişiklikler
-Nabız atışında azalma,
-Reflekslerde değişme,
-Yüz ifadesinde değişiklik,
-Nefeslerin yavaşlaması düzenlenmesi ve derinleşmesi,
-Gözlerin REM’deki gibi hareketlenmesi veya geriye doğru yaslanması.
-Telkine bağlı olarak vücut ısısı arttırılabilir veya azaltılabilir.
Telkin olmadığı durumlarda vücut ısısının genellikle seansın başlarında azaldığını sonlarında ise arttığı gözlemlenir.
-Kan basıncının düşmesi,
-Kalp ritminin yavaşlaması ve düzenli olması,
-Oksijen tüketimi artması,
-Kas gevşekliğinin artması,
Tüm yukarıdaki değişiklikleri atonom sinir sistemi gerçekleştirir. Otonom sinir sistemi bilinçli kontrolümüzde olmayan kalp atışı nefes alışı gibi faaliyetleri düzenler.
Hipnozda Beş Duyu
Hipnozda 5 duyu daha hassas çalışır. Ancak bazıları hipnotistin sesini çok daha uzaktan geliyormuş gibi algılamaya başlayabilirler.
Bazı insanlar kendilerini serin hissederler. Bazılarında karıncalanma görülür.
Hipnoz esnasında gözleri açtırılan birisine seans odasında olduğu telkin edilen ancak gerçekte orada olmayan birisi algılatılabilir (pozitif hallüsünasyon). Tam tersine hipnoz esnasında gerçekte orada olmayan bir nesneyi görmesi sağlanabilir (negatif hallisünasyon).
Hafıza Süreçlerindeki Değişiklikler
Sinir sistemi her şeyi kaydedebilir. Bundan dolayı çok uzak olan çocukluk yıllarına ait anılarımız hipnozda net bir şekilde canlandırılabilir. Ancak Hipnoz ile unutulmuş her şeyin hatırlanması da mümkün olmayabilir.
Zihinsel iradi olmayan deneyimlere örnek olarak danışanlarımın ifadeleri:
-Bulutların üzerinde uzanıyordum.
-Her renkten ışıklar görüyordum.
-Okyanusun üzerinde uzanıyordum.
-Çok özlediğim babamı birden bire karşımda gördüm.
Zaman Algısında Değişiklikler (Time Distortion)

Hipnoz bittikten sonra hastalardan ilk istediğim şey saatin kaç olduğunu saate bakmadan tahmin etmeleridir. Kolay kolay doğru tahminde bulunamazlar. Çünkü zaman algısı hipnozda dış olaylarla değil de içsel yaşantılara kıyaslanarak meydana getirilir. Zaman algısı içsel yaşantıların hızını kazanır. İçsel yaşantılar yavaş olduğu için hipnozdaki kişiye hipnozda kaldığı süre çok az gelir.
Hipnozda Literalite
Hipnozdaki insanlar telkinleri uygularken hipnotistin kullandığı kelimelere harfi harfine uyarak telkinleri yerine getirme eğilimindedirler.

Örneğin ;
Önemli işlerimden dolayı sabah erken kalkmam gerektiğinde benim için kendi kendime hipnoz yapmaktan başka çare yoktur. Çünkü benim uykum ağırdır ve bundan dolayı % 95 alarmın sesini duymam bile. Böyle durumlarda içsel alarmımı hipnozla kurar ve yatarım.
Bir gece kendi kendime erken uyanacaksın telkinlerinde bulundum ve uyudum. Ancak sabah uyandığımda yataktan bir türlü kalkamıyordum. Zihnim kesinlikle uyanmıştı hatta eşimle ara sıra konuşuyordum, ancak vücudum külçe gibiydi.
Sonuçta uyanmama rağmen bir türlü yataktan kalkamamıştım. Tabi bir türlü kalkamamamın nedenini biraz düşününce buldum: Akşam kendi kendime yaptığım hipnozda kendime verdiğim telkin erken uyanacaksın şeklindeydi. Uyanmakla yataktan kalkmak ayrı ayrı şeylerdir.
Gerçektende telkinlerimin etkisiyle erken uyanmıştım, ancak yataktan ne yapsam da canım kalkmak istemedi. Sonraki gün kendime hipnoz uygulayarak yarın saat 7 de yataktan fırlayacaksın diye telkin verdim. Ve sabah yataktan o kadar hızlı fırlamıştım ki eşim " ne oldu eve hırsız mı girdi" dedi.
Hipnoz esnasında gözlemlediğimiz değişiklikler hipnozun bir bilinç kaybı olduğunu düşündürebilir. Hastaların bilinçlerini kaybetmeden yukarıda bahsettiğimiz deneyimleri yaşamaları, hipnozdan hoş bir şaşkınlık içinde çıkmalarına neden olabilir.
Hipnozda en kolay elde edilen ve en sık gözlemlenen şey hastadaki huzur, sakinlik ve gevşemedir. Hipnozu yaşayan insanlar daha önce hiç bu kadar gevşemediklerini ifade ederler.
Hipnoz tüm vücutta ve ruhta hissedilen derin bir gevşemedir. Hipnoz, bilimin bulduğu nonfarmakolojik en etkili ajandır.
Düşünce Sürecinde Meydana Gelen Değişiklikler
Hipnozda düşünce süreci yavaşlar ve düşünce derinleşir. Dikkat ve konsantrasyon hipnoz esnasında yoğundur. Belki de bundan dolayı bazı insanlar etrafta meydana gelen değişikliklere fazla aldırmazlar.
Duygusal Değişiklikler
Hipnozla insanların duygu durumunda değişiklikler meydana getirmek mümkündür. Öyle ki insanların bazen seans boyunca tek bir duyguyu yaşaması ve hissetmesi sağlanabilir.
Örnek:
Morali bozulmuş birisine seans boyunca iyimserlik duygusunu yaşaması telkin edilebilir. Bazı hastalar bunu rahatlıkla yerine getirebilirken bazılarına da yaşadıkları mutlu olaylar hatırlatarak hipnotist yardım edebilir.
Hipnozda telkin edilen ve yaşatılan duygusal değişiklikler, hipnozdan sonrada devam etme eğilimindedirler.
Hipnozda Fiziksel Bazı Değişiklikler
-Nabız atışında azalma,
-Reflekslerde değişme,
-Yüz ifadesinde değişiklik,
-Nefeslerin yavaşlaması düzenlenmesi ve derinleşmesi,
-Gözlerin REM’deki gibi hareketlenmesi veya geriye doğru yaslanması.
-Telkine bağlı olarak vücut ısısı arttırılabilir veya azaltılabilir.
Telkin olmadığı durumlarda vücut ısısının genellikle seansın başlarında azaldığını sonlarında ise arttığı gözlemlenir.
-Kan basıncının düşmesi,
-Kalp ritminin yavaşlaması ve düzenli olması,
-Oksijen tüketimi artması,
-Kas gevşekliğinin artması,
Tüm yukarıdaki değişiklikleri atonom sinir sistemi gerçekleştirir. Otonom sinir sistemi bilinçli kontrolümüzde olmayan kalp atışı nefes alışı gibi faaliyetleri düzenler.
Hipnozda Beş Duyu
Hipnozda 5 duyu daha hassas çalışır. Ancak bazıları hipnotistin sesini çok daha uzaktan geliyormuş gibi algılamaya başlayabilirler.
Bazı insanlar kendilerini serin hissederler. Bazılarında karıncalanma görülür.
Hipnoz esnasında gözleri açtırılan birisine seans odasında olduğu telkin edilen ancak gerçekte orada olmayan birisi algılatılabilir (pozitif hallüsünasyon). Tam tersine hipnoz esnasında gerçekte orada olmayan bir nesneyi görmesi sağlanabilir (negatif hallisünasyon).
Hafıza Süreçlerindeki Değişiklikler
Sinir sistemi her şeyi kaydedebilir. Bundan dolayı çok uzak olan çocukluk yıllarına ait anılarımız hipnozda net bir şekilde canlandırılabilir. Ancak Hipnoz ile unutulmuş her şeyin hatırlanması da mümkün olmayabilir.
Zihinsel iradi olmayan deneyimlere örnek olarak danışanlarımın ifadeleri:
-Bulutların üzerinde uzanıyordum.
-Her renkten ışıklar görüyordum.
-Okyanusun üzerinde uzanıyordum.
-Çok özlediğim babamı birden bire karşımda gördüm.
Zaman Algısında Değişiklikler (Time Distortion)
Hipnoz bittikten sonra hastalardan ilk istediğim şey saatin kaç olduğunu saate bakmadan tahmin etmeleridir. Kolay kolay doğru tahminde bulunamazlar. Çünkü zaman algısı hipnozda dış olaylarla değil de içsel yaşantılara kıyaslanarak meydana getirilir. Zaman algısı içsel yaşantıların hızını kazanır. İçsel yaşantılar yavaş olduğu için hipnozdaki kişiye hipnozda kaldığı süre çok az gelir.
Hipnozda Literalite
Hipnozdaki insanlar telkinleri uygularken hipnotistin kullandığı kelimelere harfi harfine uyarak telkinleri yerine getirme eğilimindedirler.
Örneğin ;
Önemli işlerimden dolayı sabah erken kalkmam gerektiğinde benim için kendi kendime hipnoz yapmaktan başka çare yoktur. Çünkü benim uykum ağırdır ve bundan dolayı % 95 alarmın sesini duymam bile. Böyle durumlarda içsel alarmımı hipnozla kurar ve yatarım.
Bir gece kendi kendime erken uyanacaksın telkinlerinde bulundum ve uyudum. Ancak sabah uyandığımda yataktan bir türlü kalkamıyordum. Zihnim kesinlikle uyanmıştı hatta eşimle ara sıra konuşuyordum, ancak vücudum külçe gibiydi.
Sonuçta uyanmama rağmen bir türlü yataktan kalkamamıştım. Tabi bir türlü kalkamamamın nedenini biraz düşününce buldum: Akşam kendi kendime yaptığım hipnozda kendime verdiğim telkin erken uyanacaksın şeklindeydi. Uyanmakla yataktan kalkmak ayrı ayrı şeylerdir.
Gerçektende telkinlerimin etkisiyle erken uyanmıştım, ancak yataktan ne yapsam da canım kalkmak istemedi. Sonraki gün kendime hipnoz uygulayarak yarın saat 7 de yataktan fırlayacaksın diye telkin verdim. Ve sabah yataktan o kadar hızlı fırlamıştım ki eşim " ne oldu eve hırsız mı girdi" dedi.
Hipnoz esnasında gözlemlediğimiz değişiklikler hipnozun bir bilinç kaybı olduğunu düşündürebilir. Hastaların bilinçlerini kaybetmeden yukarıda bahsettiğimiz deneyimleri yaşamaları, hipnozdan hoş bir şaşkınlık içinde çıkmalarına neden olabilir.