30 Nisan 2010 Cuma

VİCDAN BİLİMSEL OLARAK İSPATLANDI !

Rus bilimcilerin yaptığı araştırma, her insanın bilimsel olarak vicdan sahibi olduğunu ortaya koydu. 

Rusya`daki Beyin Araştırmaları Enstitüsü`nden uzmanlar, insan beyninin sözgelimi kişi yalan söylediğinde tepki verdiğini ve bu durumu protesto ettiğini ortaya koydu. 




Araştırmacılar ayrıca, vicdanın bilgisayar ekranında izlenebileceğini de belirtiyor. Rus bilim insanlarının araştırması, vicdansız insan olmadığını öne sürüyor. Hatta uzmanlar, vicdanın oluşumunu da gözlemlemeyi başardı. Araştırmanın en ilginç taraflarından biri uzmanların, yalan söyleme üzerinde çalışırken, vicdan olgusuyla tesadüfen karşılaşmış olmaları.


YALAN SÖYLEMEK ÜZEREYKEN BEYİN PROTESTO EDİYOR !

Özel bir bilgisayar programıyla, bu programa özel bağlantılarla bağlı insan beyninin faaliyetlerini değişik durumlarda izleyen araştırmacı ekipten Maxim Kireev, deneylerden birini şöyle anlatıyor: 



`Monitörde aşağı ve yukarı oklar görüyorsunuz. Göreviniz basit bir bilgisayar oyunu oynamak. Yapmanız gereken tek şey yalan söylemek. Ekranda yukarı doğru bir ok gördüğünüzde aşağı doğru bir ok gördüğünüzü söylemek ve yukarı doğru bir ok gördüğünüzde ise tam tersini. Böylece özel bir bilgisayar programı sayesinde beynin reaksiyonları algılanabiliyor ve beynin yalan söylerken ya da doğru söylerken ne durumda olduğunu bilgisayar üzerinden görebiliyoruz. Bir insan yalan söylemek üzereyken bile beyni, aynı anda protestoya başlıyor.'

O anda vicdan uyanıyor. Ancak bu durum çıplak gözle görülemiyor. Kişi herhangi bir acı hissetmiyor, terlemiyor ya da elleri titremiyor. Beynin protestosu ancak özel bir bilgisayar programı aracılığıyla izlenebiliyor.

Rus Bilimler Akademisi Beyin Araştırmaları Merkezi müdürü Svjatoslav Medvedev, `Beynimizde bizi bir şeyi yanlış yaptığımız konusunda bilgilendiren bir mekanizma var. Bu mekanizma vicdan azabı ya da pişmanlık olarak bilinen olguyu devreye sokuyor ve gerçekten de yapılan yanlıştan nefret etmemize yol açan pişmanlığımızı gösteriyor. 

Moskova Dilbilimsel Programlama Merkezi`nden Andrey Kenig ise, `Vicdan azabından kurtulmak için bazı fikirler bulmak gerekir. Sözgelimi, kişi ülkesi için bir şey yaptığını söyleyerek, yaptığı şeyden dolayı başkasının acı çektiğini düşünüp çekeceği vicdan azabından kurtulmayı tercih edebilir dese de insanın vicdanı doğruyla yanlışı her zaman ayırt edebiliyor ve asla yanlış olan bir konuda kendisine söylenen yalanları kabul etmiyor.

29 Nisan 2010 Perşembe

HER ZAMAN HİPNOZ OLDUĞUNUZUN FARKINDA MISINIZ?

Hipnoz, kendiliğinden de oluşabilen doğal bir zihin durumudur. Bununla birlikte, tahmin etmediğimiz uyarıcılarla da hipnoz olabiliriz. 




Örneğin, eğer bir TV programı ya da sinema filmi izlerken, tamamen seyrettiğinize dalmışsanız, büyük olasılıkla hipnoza girmişsinizdir. Bu hipnoz ya da hipnoz benzeri durum annenizin ya da eşinizin sizi akşam yemeğine çağırmasını, size bağırana kadar, duyamamanıza neden olur.

Reklamcılar bunu çok iyi kullanır!

TV programlarını sizi hipnoza sokmak için kullanıp, siz hipnoza girdikten sonra bilinçaltınıza telkinlerde bulunarak, sattıkları malı almanızı sağlarlar.



Bu doğal oluşan zihin durumunun tipik bir örneği otoyol hipnozu olarak adlandırdığımız, araba sürerken, sürücüde oluşan oluşan dalma halidir. Bilinçaltı yola odaklıyken bilinciniz farklı düşünceler arasında gezer, ve sapacağınız kavşağı geçtikten sonra uyanırsınız.

Herkes hipnoz olabilir !



O halde şu anda artık siz de isterseniz hipnoz olabileceğinizi biliyorsunuz. Bunu aslında binlerce kez yaşadınız.. Gündüz ayakta rüya görürken yaşadınız, sevdiğiniz bir programı seyrederken yaşadınız ve reklamlarda duyduğunuz yeni bir markayı alırken başkasının size verdiği hipnotik telkinleri kabul ettiniz.

Herkes hipnoz olabilir. Hipnoz hali zaten hep orada, zihinin bir işlevi olarak mevcuttur. Amaç sadece zihnin o halini aktif hale getirmektir. Aynı uyumak gibi.. Zihin nereye odaklanırsa o kısım aktif hale gelir.

28 Nisan 2010 Çarşamba

Ruhun Bedenden Çıkması Ne Demektir?

Ruhun cesetten ayrılması demek, cesedin ruhun kontrolünden çıkmasıyla birlikte ruhun onda tasarrufunun kalmaması demektir. Çünkü âzâlar, ruhun kullandığı aletlerdir. Öyle ki ruh, el vasıtasıyla bir şeyi tutar, kulakla işitir, göz ile görür, eşyanın hakikatini kalp ile bilir. Burada kalp ruhtan ibarettir. 






Ruh herhangi bir âlete ihtiyaç duymadan, tek başına eşyayı tanır. Yine aynı şekilde, hüznü, kederi, kin ve öfkeyi tek başına hisseden de ruhtur. Sevinç, neşe gibi diğer zevklerden de haz alan ruhtur.

İşte ruh, bütün bunları herhangi bir azadan veya organdan yardım almaksızın hisseder, duyar, yapar. Bunlar ruha has vasıflardır. Bu hazlar ve hisler, ruh bedenden ayrılınca yine onunla beraber giderler. 

Âzâlar vasıtasıyla görülen işlevler ise cesetle beraber kalır, ta ki ruh tekrar ona iade edilene dek…

Ruh deyince insanın, ilim, elem, keder, lezzet ve ferahlık gibi şeyleri anlayan, hisseden tarafıdır. Ruhun âzâlar ve organlar üzerindeki tasarrufunun bitkisel hayata geçiş gibi ciddî felç durumlarının olduğu vakalarda kalkması, ondaki ilim, idrak, sevinç, keder, elem ve sevinç olgularının yok olması demek değildir.



Hakikatte, ilimleri, elemleri ve lezzetleri algılayan varlık insandır. O tam anlamıyla ölmeden kendindeki bu vasıflar kaybolmaz. Ölüm, ruhun bedendeki yetki tasarruflarını yitirmesi ve bedenin de ona âlet olmaktan çıkması demektir, felç olan bir elin vücut için yardımcı olmaktan çıkması gibi… İşte ölüm, bütün âzâ ve organların değil, ruhun bedenden ayrılması hadisesidir.

Yaşayan bir beden ruhsuzsa, o beden de bizim canlı zannettiğimiz ama batınında ölü bir beden hükmündedir. 

27 Nisan 2010 Salı

2 Saniyelik Rüyada 6 Aylık Zaman Yaşanabilir mi?

Hipnoz rüyaların vaktini de ortaya çıkardı !

Dr. B. Klein adında Amerikalı bir ruh bilimci yardımcıları ile birlikte yoğun çalışmalara koyuldu. Gönüllülerin arasından seçtiği bazı kişileri hipnotize ederek uyuttu. Belli bir süre sonra da uyandırıp rüyalarını dinledi.




Neticede bir rüyanin yirmi saniyeyi geçmeyecek kadar kısa sürdüğünü tespit etti. İşin en enteresan tarafı ise; uyandırdığı gönüllülerin üç-bes saniye süren rüyalarını saatlerce anlatmalarıydı. Hatta bir kısmının rüyası yazılmaya kalkılsa ortaya kalınca bir macera romanı çıkabilirdi.

Dr. Klein yılmadan bu işin üzerinde çalışmalarına devam etti. Vardığı sonuç; en uzun rüyanın bile doksan saniyeyi geçmediği oldu.

Dr. Klein’e karşı çıkan ruh bilimciler hipnotizmayla uyutmanın normal bir uykuyla kıyaslanamayacağı ve bu denemelerin geçersiz sayılacağı yolunda görüş bildiriyorlardı.

Chicago Üniversitesi uzmanlarından Dr. Kleitman ve öğrencisi Aserinsky l953 yılında geniş çapta çalışmalara başladılar. Objektif deneylerini daha sonra nörofizyolojik sahada devam ettirdiler.

Dr. Kleitman otuz yıldan beri kendisini rüyadan mahrum etme denemeleri yapmaktaydı. Fakat hiçbir zaman bir haftadan fazla tahammül gösterememişti.

Otuz yıllık çalışması aradığı sonucu vermeyince başkalari üzerinde değisik deneyler yapmaya başladı. Deneyin sonunda rüya esnasında kısa veya uzun süren süratli göz hareketlerine tanık oldu. Denemeye tuttuğu kimseleri göz hareketlerinin başladığı ve bittiği devrenin çeşitli bölümlerinde uyandırdı. Böylece her defasında kişilerin rüya görmüş olduklarını öğrendi. Ömrü boyunca hiç rüya görmediklerini iddia eden kişileri topladı onların üzerinde testler yaptı. Göz hareketlerinin başladığı anda uyandırdığı bu kişiler hayret ve şaşkınlık içinde ilk defa rüya gördüklerini söylediler.



Dr. Kleitman bundan şu sonucu çıkardı herkes rüya görür fakat bazı kimseler rüyalarını hatırlayamamaktadır. Rüyanın objektif olarak en büyük delili ise uyumakta olan kimsenin hızlı göz hareketleridir.

Rüyaların Süresi 

Rüyalarda yaşananlar inanılmayacak kadar hızlı gelişir. Bir kaç dakikalık rüya esnasında bile çok uzun sürdüğünü sanılan garip, şaşırtıcı ve çok değişik olaylar birbirlerini izler, bu nedenle rüyada zaman kavramı oluşmaz. Ancak zaman kavramını, uyandıktan sonra beyinin öğretileri ve alışkanlıkları doğrultusunda saptadığımız bir anlar toplamıdır sadece. 

25 Nisan 2010 Pazar

Geçmişimize Transla Geri Dönüş (Ekminezi)

Geçmişi tekrar yaşamaya Ekminezi denir. Ekminezi tabirini Prof. Dr. Pitre bulmuştur. Hipnotizmayla uyuttuğu süjesinin, 10-20 sene önceki hayatını en ince ayrıntısına kadar yeniden yaşamaya başladığını görünce hayretler içinde kalmış ve bu olayı araştırmaya koyulmuştur. Ekminezi olayı hatırlamaktan farklıdır, geçmişi tekrar yaşamaktır. Hatırlamada geçmişten bahsederken olayların geçmişte olduğunu biliriz ve gerçek hayatımızı o anda içinde yaşadığımız olaylar teşkil eder. Oysa Ekminezi'de şimdiki zaman henüz gelecekte olan bir zamandır ve hipnoz altındaki kişi için mevcut değildir.




Dr. Pitres'in 17 yaşındaki bir hastasına uyguladığı hipnoz oldukça ilginç bir şekilde sonuçlanmıştır. Genç kızın hipnoz altında 12 yıl geriye götürülüp, 5 yaşına geldiğinde, o dönemde olduğu gibi Fransızcayı unutup, Gaskonca konuşmaya başladığı görülmüştür. Hipnoz altındaki kişi o yaşta Fransızcayı henüz öğrenmemiş olduğu için Fransızca soruları anlamamış ve yanıtlayamamıştır.(Yaş Geriletmesi ve Hipnoz) 




Bir başka deneyde, 20 yaşındaki süjeyi 6 yaşına kadar indirmiş ve eline tebeşir verip yazı yazmasını istemişti. Süje tebeşiri sol eline alıp yazmaya başlamıştır. Süje, daha büyük yaşlara götürülünce bu defa sağ eline alarak yazmaya başlamıştır.

5-6 yaş altına getirilen süjeler konuşmayı unutuyor, emme ve yakalama hareketleri yapmışlardır.

İlk başta da belirttiğimiz gibi; "Ekminezi'de şimdiki zaman henüz gelecekte olan bir zamandır ve hipnoz altındaki kişi için mevcut değildir." Bu durum, derin düşünülmesi gereken çok önemli bir konudur.

24 Nisan 2010 Cumartesi

ÇÖLDE NASIL SERAP GÖRÜLÜYOR?

Serap nasıl oluşur? Niçin güneşli bir günde, sıcak bir yol üzerinde belli uzaklıkta küçük gölcükler görünür ve onlara ulaşmadan kaybolurlar?




Bir serap içinde görülen küçük gölcükler aslında, yol yüzeyine yakin, ince bir sıcak hava tabakasıdır. Serabın ortaya çıkması için bu hava tabakasının birkaç milimetre kalınlığında olması gerekir.

lşık, yoğunluğu daha fazla olan sıcak havada, soğuk havaya oranla daha hızlı hareket eder. Dolayısıyla, sıcak tabakaya düşük bir açıyla yaklaşan ışık ısınları, yukarıdaki daha soğuk havaya doğru kırılacaktır. Bu kırılmanın sonucu ortaya çıkan donuk ışıldamanın görüntüsü ise, su yüzeyinin yansıması gibidir.



Serap görüntüsüne yaklaştıkça daralmaya başlayacak ve sonuçta gözden kaybolacaktır. Bunun nedeni, görme açısının giderek büyümesi, öte yandan, sıcak havada yukarı doğru kırılan ışığın kırılma açısının bir yansıma görmeye elvermeyecek kadar küçülmesidir.



Serap kelimesiyle ilgili olarak filmlerden hatırlanacağı üzere vaha seklinde görülmez hiç bir zaman. Belki bir su birikintisi gibi görünebilir veya bir ağacın yansıması olarak algılanabilir. 



Denizlerde de serap görülür fazla bilinmemesine rağmen fakat denizde olay tam tersidir. Bu sefer daha yoğun hava tabakası soğuk denize daha yakindir, sıcak tabaka üstte yer alır. Bu yüzden yansıma karadaki serabın tersine üst tarafta, su yüzeyinin üstünde olur.. Bu yüzden görülen serap havada uçuyormuş, yamulmuş, yumulmuş gibi görülebilir...

21 Nisan 2010 Çarşamba

Görünmezlikle İlgili Büyük Bir Adım Atıldı !

Science dergisinde yer alan bir habere göre Almanya'da yapılan çalışmalar sonucunda, cismin yaydığı ışını kontrol atına alarak görünmez hale getirilmesi yönünde önemli bir adım atıldı. İşte araştırmanın ayrıntısı:




Science dergisinde yayımlanan araştırmayıyürüten ekibin başında bulunan, KarlsruheTeknoloji Enstitüsünden Tolga Ergin, dönüşümoptiği kullanılarak görünmezliği sağladıklarınıbelirtti. Bu teknolojiyle, ışığın yayılımı yönlendirilebiliyor, kontrol altında tutulabiliyor.



Ergin ve meslektaşları, fotonik kristaller kullanarak bir görünmezlik perdesi elde etti. Buperdeyle, altın bir yüzey üzerindeki küçük bir yumruyu görünmez hale getirmeyi başardılar. Bu perde, özel merceklerden oluşuyor. Perde ile, yumrudan çıkan vegörünürlüğünü sağlayan ışık demetleri yönlendirilerek cisim gizleniyor. Bu işlem, bir cismi halıyla örtüp gözden uzak hale getirmeye ve sonra halıyı da görünmez yapmaya benziyor. Buradaki mercek sistemi ile oluşturulan perde, cismi örtenancak görünmeyen halı gibi davranıyor.

Ergin Reuters'a telefonla yaptığı açıklamada, "Elde ettiğimiz sonuçlar oldukçaheyecan verici, çünkü insanoğlu her zaman görünmezlik istemiş veya görünmezlik pelerinine sahip olmayı düşlemiştir. Bizim çalışmamız, bunun mümkünolabileceğine dair ilk ipucunu sağladı. Bu tekniğin işe yaradığını gösterdi" dedi.

Ergin, bir insan veya bir arabanın, uyguladıkları bu teknikle görünmez hale getirilmesi için uzun yıllar daha çalışılması gerektiğini de belirtti.



Dönüşüm optiği alanında geçmişte çeşitli teknikler önerildiğini, bunlar arasında,ışın demeti yoğunlaştırıcı, ışın demeti yönlendirici gibi tekniklerin yer aldığını, ayrıca her yönden gelen ışınları bir noktada toplayacak antenler ve daha nice teknikler önerildiğini belirten Ergin, "Geleceğin neler getireceğini henüz bilmiyoruz. Ama bu alanda olasılıklar ve imkanlar oldukça geniş" diye konuştu.

7 Nisan 2010 Çarşamba

Bilim, Algılayanın "Ruh" Olduğunu Kabul Etti !!!

Bilim insanları bilinçli bir gözlemcinin varlığını bilmektedir. Bu gözlemci (yani biz) olayları görmekte, yargılamakta düşünmekte yani gözlemlemektedir. Bilim adamlarının ilk sordukları soru şu olmuştur: “Bu gözlemci kim ve beynin neresinde?”. Bu konuda en iyi açıklamaları “Ne biliyoruz ki?” adlı yarı belgesel yarı kurgu filmde buluyoruz. “Ne biliyoruz ki?” isimli belgeselde gözlemci hakkındaki düşünceler şu şekilde belirtiliyor; 


Fred Alan Wolf (Fizikçi, okutman ve yazar)


“Kuantum fiziği açısından bir gözlemcinin ne yaptığını biliyoruz. Fakat gözlemcinin aslında kim veya ne olduğunu bilmiyoruz. Sanmayın ki bir yanıt bulmaya çalışmadık. Baktık. Kafanızın içine girdik. Ne kadar delik varsa hepsine baktık, gözlemci denen şeyi bulmak için, ama hiç kimse yoktu. Beyinde kimse yok. Kortikal bölgelerde kimse yok. Alt- kortikal bölgelerde, limbik bölgelerde hiç kimse yok. Gözlemci diye biri yok oralarda. Yine de, hepimiz, dışarıdaki dünyayı gözlemleyerek gözlemcilik yapmışızdır.” Fred Alan Wolf (Fizikçi, okutman ve yazar) 

Ramtha (Kuantum Fiziği Uzmanı)


“Gözlemci midir? Kuantum parçacıklarının akıl almaz, acayip dünyasını ve nasıl tepkide bulunduklarını anlamakta bu denli müşkül olan. Buna hala gözlemci denir mi?” Ramtha 

William Tiller (Profesör, Stanford Ünb. Madde Bilimi ve Mühendisi)


“Benim modellememe göre gözlemci, dört katmanlı biyo-beden giysisinin içindeki ruhtur. Yani makinenin içindeki cin gibidir. Aracı süren bilinçtir. Etrafını gözlemler. Dört katmanlı biyo-beden giysisinde, çevredeki uyarıları toplayan her çeşit duyumsal alıcı vardır.” William Tiller (Emekli Profesör, Stanford Ünb. Madde Bilimi ve Mühendisi) 

Kısacası beyinde gözlemciyi yönetecek bir işlev bulunamamıştır. Gözlemcinin varlığı da kesin olduğuna göre bu gözlemcinin ruh olduğunu söylemek hiçte zor değildir. Ramtha gözlemcinin ruh olduğunu bu şekilde dile getirmektedir. 

1 Nisan 2010 Perşembe

Atom ve Kuantum Fiziği Materyalizmi Reddediyor !

Aşağıdaki (yandaki) resimde ortalama insanın kafasındaki atom modeli vardır. Bu modele göre merkezde çekirdek ve çekirdeğin etrafında dönen küçük elektronlar vardır.


Atom denildiğinde herkesin aklına gelen resim. Atomu modelleyen şekiller resimdeki gibidir. Yukarıdaki şekiller elektronun atomun etrafındaki mekansızlığını ifade eder. Çünkü bu şekiller elektronun atomun çevresinde gözlem yapıldığında bulunma ihtimali ile ilgili matematiksel fonksiyonların grafikleridir. Elektron siz gözlem yapmazken yoktur. Yalnızca gözlem yaptığınızda bulunabileceği yerler vardır.



İnsanların kafasına atom diye yukarıdaki resim benzeri bir model gelir. Bu insanların ortaokul, lise eğitimi sırasında sıklıkla karşılaştığı bir şekildir. Lise eğitiminden geçen insanlara materyalist felsefeye uygun bir eğitim verilir. Bütün varlıkların kendi başlarına varolabilecekleri telkini verilir. Bu telkine uygun modeller zihinlerde oluşturulur. Bunlardan biri atomun yapısı ile ilgilidir. Böylece bir cismin maddesel varlığı gerçekten varmış gibi öğretilir. Yukarıdaki şekil, olmayan bir şeyin resmidir. 20. yüzyılın başından itibaren yukarıdaki resme benzer bir atom modelinin olamayacağı esasen çok iyi biliniyordu. Çünkü elektronun atomun etrafında dönmesi neticesinde kaçınılmaz bir sonuç ortaya çıkar. O da atomun içine çökmesidir. Çünkü bu tür bir elektronun hareketinin değişen yönü sebebiyle elektromanyetik ışımaya sebep olur, bunun neticesinde enerjisinden kaybeder ve çekirdeğe yanaşır. Ancak hareketi devam ettiği için yine elektromanyetik ışıma yapar ve giderek çekirdeğe yaklaşır. Bu da en sonunda atomun kendi içine çökmesine sebep olur.

Nitekim dünyanın en çok okunan fizik kitaplarından birinde bu gerçek şu şekilde anlatılmaktadır:

“...Ancak bu teorinin ciddi bir kusuru vardır. Dönen elektron enerjisini tamamıyla dışarı verir. Her dönüşte giderek çekirdeğe yaklaşır. Spiral şeklinde çekirdeğe doğru dönerken sürekli spektrumlu bir ışınım yapar. Diğer kelimelerle, Newton ve Maxwell’in büyük klasik teorileri en basit atomun karşısında bir işe yaramıyorlar. Değil dalgaboyları, spektrum çizgilerini dahi açıklayamıyorlar. Aslında, onlar atomun var olmaması gerektiğini tahmin ediyorlar.” 1

Atom fiziği, bugün materyalist felsefeyi reddetmektedir. Artık atom altı parçacıkların maddesel anlamda varlıklarından bahsedilmiyor. O’nun yerine atom altı parçacıklar “kuantum dalga fonksiyonları“ olarak bilinen matematiksel ifadelerle tasvir ediliyor. Bu dalga fonksiyonlarının herhangi nesnel bir gerçekliği yoktur. Matematiksel bir formülden ibarettir. Bu fonksiyondan olasılık fonksiyonları denilen matematiksel başka bir kavram elde edilir. Bununla örneğin elektronun konumunu ölçtüğümüzde belli bir yerde bulunabilme ihtimali hesaplanır.

Bir cismin gözlem yapılmazken konumundan, uzaydaki bulunduğu yerinden bahsedemiyorsak bu ne anlama gelir? Elbette ki böyle bir cisim yoktur. Materyalizm maddenin kendisini ilahlaştırıyor. Onu mutlak bir varlık olarak kabul ediyor. Maddenin uzaydaki konumu diye bir kavram olmaması ise ilah edindikleri maddeyi yokluğa atıyor.

Kaynak:
1) David Halliday, Robert Resnick, Jearl Walker; (John Wiley & SONS, INC. ) Fourth Edition, Fundamental of Physics , Page 1143