31 Ocak 2010 Pazar
Zamanın Bir Algılar Bütünü Olduğunu Biliyor Muydunuz?
Bir insanın geçmişi, aslında o insanın hafızasında yer alan bilgilerden ibarettir. Eğer bu insanın hafızası silinse, geçmişi kalmayacaktır. Gelecek ise insanların düşüncelerinden ibarettir. İnsan, geleceği için plan yapar, geleceğini düşünür. Ancak insanın düşünceleri de ortadan kaldırılsa, bu kez gelecek diye bir kavram da kalmayacaktır. Zaman, beyinde saklanan birtakım hayaller arasında kıyas yapılmasıyla var olmaktadır. Eğer bir insanın hafızası olmasa, beyni bu tür yorumlar yapmaz ve dolayısıyla zaman algısı da oluşmaz. Bir insanın "ben otuz yaşındayım demesinin nedeni, beyninde söz konusu otuz yıla ait bazı bilgilerin birikmiş olmasıdır. Hafızası ve düşünceleri alınan bir insan için sadece içinde yaşadığı "an", yani "şu an" kalacaktır.
Allah Yoktan Yaratandır
Allah Yoktan Yaratandır
Eski Yunandaki bazı felsefecilerin etkisinde kalan kimi düşünürler, materyalizmi son bir kaç yüzyılda yeniden gündeme taşımıştı. Materyalistlerin en temel iddiası maddenin ezeli olduğu iddiası idi. Nitekim Lavoiser adlı materyalist, bu düşünceyi “Hiçbir şey kaybolmaz ve hiçbir şey yoktan var olmaz” şeklinde dile getirmişti. Bu söz pek çok materyalist için uzun süre slogan halini almıştı.
Elbette ki, herhangi bir delile dayanmayan bu iddianın akli ve vicdani hiçbir geçerliliği olmadığı ortadadır. Herşeyden önce, insanın kendisi yoktan yaratılmıştır. Gözünü her nereye çevirse bu böyledir. Canlılar yoktan yaratılmıştır. Dünyamız, gezegenler, yıldızlar, galaksimiz ve evrenimiz yoktan yaratılmıştır. Her an her şey beynimizin içinde algı olarak yepyeni bir şekilde yaratılmaktadır.
İlginçtir, materyalistlerin diğer iddiaları gibi bu iddiası da, bilimsel olarak da yalanlanmıştır. Parçacık fiziği adlı modern fiziğin bir alanı, tamamen bu sözün yanlışlığını anlatır.
Antimadde ve Maddenin Yoktan Yaratılışı
Kuantum fiziğinin önde gelen isimlerinden Paul Dirac, Einstein’ın görelilik (relativite) teorisini ve kuantum teorisini matematiksel olarak inceledi. 1928 yılında, yaptığı hesaplamalara göre, adına pozitron denilen o zamana kadar hiç rastlanmayan parçacıkların oluşabileceğini öne sürdü. Pozitronlar doğada normal şartlarda rastlamadığımız “antimadde” denilen parçacıklardır. Özelliği elektronlara benzer, ama yükleri eksi değil, artıdır. Antimadde, madde ile biraraya geldiğinde ise beraber yok olurlar. Bir öngörü olarak kalan bu iddia kısa bir süre sonra ise deneysel olarak da ispatlandı.

1932 yılında Carl David Anderson, pozitron adlı antimaddeyi sis odalarında kozmik ışınları incelerken keşfetti. Bu keşifle, Dirac’ın teorik olarak öne sürdüğü parçacıkların varlığı ispatlanmış oldu. Materyalist felsefeye en ağır darbelerden olan bu keşif 1936 senesinde
Nobel ile ödüllendirilmiştir. 2

Materyalist felsefenin miti olan ve Lavoiser’in söylediği “hiçbir şey kaybolmaz ve hiçbir şey de yoktan var olmaz” sözü bu keşifle beraber böylelikle kesin olarak tarihe karıştı.
Allah her şeyi yoktan yaratır. Varı da yine o yok eder. Nitekim bir Kuran ayetinde Allah şöyle bildirmiştir:
Taneyi ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah'tır. O, diriyi ölüden çıkarır, ölüyü de diriden çıkarır. İşte Allah budur. Öyleyse nasıl oluyor da çevriliyorsunuz? (Enam Suresi, 95)
Fiziğin ilerleyen yıllarında pozitron gibi daha pek çok antimadde keşfedildi. Buna göre her maddeye eşlik eden bir antimadde vardır. Nitekim bir Kuran ayetinde bu gerçeğe mucizevi bir şekilde dikkat çekilmiştir:
Ve Biz, herşeyi iki çift yarattık. Umulur ki, öğüt alıp-düşünürsünüz. (51/49)
(Şüphesiz Allah daha doğrusunu bilir. )
Eski Yunandaki bazı felsefecilerin etkisinde kalan kimi düşünürler, materyalizmi son bir kaç yüzyılda yeniden gündeme taşımıştı. Materyalistlerin en temel iddiası maddenin ezeli olduğu iddiası idi. Nitekim Lavoiser adlı materyalist, bu düşünceyi “Hiçbir şey kaybolmaz ve hiçbir şey yoktan var olmaz” şeklinde dile getirmişti. Bu söz pek çok materyalist için uzun süre slogan halini almıştı.
Elbette ki, herhangi bir delile dayanmayan bu iddianın akli ve vicdani hiçbir geçerliliği olmadığı ortadadır. Herşeyden önce, insanın kendisi yoktan yaratılmıştır. Gözünü her nereye çevirse bu böyledir. Canlılar yoktan yaratılmıştır. Dünyamız, gezegenler, yıldızlar, galaksimiz ve evrenimiz yoktan yaratılmıştır. Her an her şey beynimizin içinde algı olarak yepyeni bir şekilde yaratılmaktadır.
İlginçtir, materyalistlerin diğer iddiaları gibi bu iddiası da, bilimsel olarak da yalanlanmıştır. Parçacık fiziği adlı modern fiziğin bir alanı, tamamen bu sözün yanlışlığını anlatır.
Antimadde ve Maddenin Yoktan Yaratılışı
Kuantum fiziğinin önde gelen isimlerinden Paul Dirac, Einstein’ın görelilik (relativite) teorisini ve kuantum teorisini matematiksel olarak inceledi. 1928 yılında, yaptığı hesaplamalara göre, adına pozitron denilen o zamana kadar hiç rastlanmayan parçacıkların oluşabileceğini öne sürdü. Pozitronlar doğada normal şartlarda rastlamadığımız “antimadde” denilen parçacıklardır. Özelliği elektronlara benzer, ama yükleri eksi değil, artıdır. Antimadde, madde ile biraraya geldiğinde ise beraber yok olurlar. Bir öngörü olarak kalan bu iddia kısa bir süre sonra ise deneysel olarak da ispatlandı.
Paul Dirac 20. Yüzyılın en zeki ve en başarılı teorik fizikçilerinden biriydi. Bilim tarihinin en heyecan verici keşiflerinden olan antimaddenin varlığını ilk O öne sürdü. Varlığın antimadde ile beraber yaratılışı, materyalistlerin en temel varsayımı olan maddenin yok olamayacağı ve yoktan var olamayacağı zanlarını tamamen bitirmiştir. Müthiş bir matematik yeteneği olan Dirac “Allah dünyayı güzel bir matematikle yaratmıştır.” sözünün de sahibidir. 1
1932 yılında Carl David Anderson, pozitron adlı antimaddeyi sis odalarında kozmik ışınları incelerken keşfetti. Bu keşifle, Dirac’ın teorik olarak öne sürdüğü parçacıkların varlığı ispatlanmış oldu. Materyalist felsefeye en ağır darbelerden olan bu keşif 1936 senesinde
Nobel ile ödüllendirilmiştir. 2
Sis odacıkları, içi su buharı ile doludur. Modern fizikte yeni parçacıkların keşfi için yaygınlıkla kullanılan bir araçtır. Carl David Anderson da pozitronun keşfinde sis odasını kullanmıştır.
Materyalist felsefenin miti olan ve Lavoiser’in söylediği “hiçbir şey kaybolmaz ve hiçbir şey de yoktan var olmaz” sözü bu keşifle beraber böylelikle kesin olarak tarihe karıştı.
Pozitronlar ve elektronlar yoktan yaratılışın canlı örnekleridir. Yukarıdaki resim bunu gösteren bir fotoğraftır.
Allah her şeyi yoktan yaratır. Varı da yine o yok eder. Nitekim bir Kuran ayetinde Allah şöyle bildirmiştir:
Taneyi ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah'tır. O, diriyi ölüden çıkarır, ölüyü de diriden çıkarır. İşte Allah budur. Öyleyse nasıl oluyor da çevriliyorsunuz? (Enam Suresi, 95)
Fiziğin ilerleyen yıllarında pozitron gibi daha pek çok antimadde keşfedildi. Buna göre her maddeye eşlik eden bir antimadde vardır. Nitekim bir Kuran ayetinde bu gerçeğe mucizevi bir şekilde dikkat çekilmiştir:
Ve Biz, herşeyi iki çift yarattık. Umulur ki, öğüt alıp-düşünürsünüz. (51/49)
(Şüphesiz Allah daha doğrusunu bilir. )
Maddenin yoktan yaratılışı ve yok edilişi bilim dünyasında o kadar yaygın bilinen bir gerçek halini almıştır ki, fizikte Feynman diyagramları olarak bilinen şekillerle bu gerçek resmedilir. Örneğin yukarıdaki şekilde pozitron ve elektron antimadde ve maddeleri biraraya gelerek yok olurlar. Daha sonra yeniden pozitron ve elektronların oluşumu gözlemleniyor. Tam da ayetin ifade ettiği gibi. “...O, diriyi ölüden çıkarır, ölüyü de diriden çıkarır...” (Enam Suresi, 95)
CERN olarak bilinen dünyanın en büyük parçacık fiziği labaratuvarında belki de dünya tarihinin en ilginç deneyleri yapılmaktadır. CERN, Fransa-İsviçre sınırında yerin 100 metre altında ve 27 km uzunluğunda çember şeklinde tasarlanmıştır. Çember şeklindeki tüplerde birbirinin zıt yönünde proton adlı parçacıklar hızlandırılmaktadır. Zıt yönde hareket ettirilen parçacıkların hızları, yani enerjileri yeterli seviyeye geldiğinde ise birbiriyle çarpıştırılmaktadır. İşte bu çarpışma neticesinde muazzam bir enerji açığa çıkmaktadır. Bunun neticesinde çok kısa süre içinde sayısız parçacık yoktan var olmakta, sayısız parçacık da vardan yok olmaktadır. Görüldüğü üzere CERN varlığı ile materyalizme büyük bir darbe vurmaktadır. Bilim adamları, parçacıkların yüksek hızlarla birbiriyle çarpışması ile yaşananların, evrenin Allah tarafından yaratılışının çok çok kısa süre sonrasına benzediğini belirtmekteler. Bu anın incelenmesi ile evrenin Big Bang ile yaratılışının detaylarını öğrenmekte ve teorik fizikteki güncel kimi fiziksel problemlere çözüm aramaktadırlar.
Maddenin antimaddeyle birleşmesi neticesinde bir enerji açığa çıkar. Bu enerji ışınım olarak enerji formunda taşınır. Ancak neticede enerji, yaptığımız matematiksel işlemleri kolaylaştırmak için bizim koyduğumuz bir addır. Materyalistler görmediği şeye inanmadıklarını söylerler. Bu sözlerinde samimilerse, görmedikleri enerjiye inanmamaları gerekir. Gördükleri herşey de neticede sadece algılarındadır. Böylelikle maddenin mutlak varlığı olmadığı hem yapılan deneylerde hem de modern fiziğin izahlarında açıkça ortaya çıkmıştır.
Nitekim ünlü düşünür Arthur Koestler burada gördüğümüz delillerin de teyid ettiği gibi materyalizmin içine düştüğü durumu şu sözleriyle belirtir:
Materyalizmin, bilimsel bir düşünce olduğunu artık kimse daha fazla iddia edemez. 3
1 http://mitpress.mit.edu/books/FLAOH/cbnhtml/quotes.html )
Metnin İngilizcesi:
“God used beautiful mathematics in creating the world
2 http://nobelprizes.com/nobel/physics/1936b.html
3 Arthur Koestler, Janus: A Summing Up, New York: Vintage Books, 1978, s. 250
Maddenin antimaddeyle birleşmesi neticesinde bir enerji açığa çıkar. Bu enerji ışınım olarak enerji formunda taşınır. Ancak neticede enerji, yaptığımız matematiksel işlemleri kolaylaştırmak için bizim koyduğumuz bir addır. Materyalistler görmediği şeye inanmadıklarını söylerler. Bu sözlerinde samimilerse, görmedikleri enerjiye inanmamaları gerekir. Gördükleri herşey de neticede sadece algılarındadır. Böylelikle maddenin mutlak varlığı olmadığı hem yapılan deneylerde hem de modern fiziğin izahlarında açıkça ortaya çıkmıştır.
Nitekim ünlü düşünür Arthur Koestler burada gördüğümüz delillerin de teyid ettiği gibi materyalizmin içine düştüğü durumu şu sözleriyle belirtir:
Materyalizmin, bilimsel bir düşünce olduğunu artık kimse daha fazla iddia edemez. 3
1 http://mitpress.mit.edu/books/FLAOH/cbnhtml/quotes.html )
Metnin İngilizcesi:
“God used beautiful mathematics in creating the world
2 http://nobelprizes.com/nobel/physics/1936b.html
3 Arthur Koestler, Janus: A Summing Up, New York: Vintage Books, 1978, s. 250
30 Ocak 2010 Cumartesi
NEW SCIENTIST: "HOLOGRAM BİR DÜNYADA MI YAŞIYORUZ?"
Dünyanın en ünlü bilim dergilerinden biri olan New Scientist adlı dergi, 27 Nisan 2002 tarihindeki kapak konusunda, okuyucularına önemli bir bilimsel gelişmeyi aktarmıştır. J. R. Minkel tarafından kaleme alınan makale "Sahte Evren" başlığı altında ve "Neden Hepimiz Bir Hologramın İçinde Yaşıyoruz?" kapak yazısı ile yayınlanmıştır.
Bu makalede açıklanan bilimsel tespiti şu şekilde özetleyebiliriz: Dünyayı bir ışık demeti olarak algılıyoruz, bu yüzden de bu algılara bakarak maddeyi mutlak gerçek zannetmek büyük bir yanılgı olacaktır. New Scientist, bilim adamı-yazar J. R. Minkel'in bu önemli konu ile ilgili şu itirafına yer vermiştir:Şu an bir dergi tutuyorsunuz, bunu katı bir madde olarak algılıyorsunuz ve siz bunun evrende bağımsız bir şekilde var olduğunu görüyorsunuz. Etrafınızdaki objeler de aynı şekilde, belki bir fincan kahve ya da bir bilgisayar, hepsi dışarıda gerçekmiş gibi görünüyor. Ama hepsi yalnızca bir hayal.
Minkel makalesinde, bazı bilim adamlarının bu fikri "herşeyin teorisi" olarak adlandırdıklarını söylemektedir. Ayrıca Minkel, bilim adamları tarafından "herşeyin teorisi"nin, evrenin yapısının açıklanmasında ilk basamak olarak kabul edildiğini aktarmaktadır.
Söz konusu dergide yayınlanan bu makale, evreni beynimizde bir hayal olarak algıladığımızı, dolayısıyla bizim maddenin aslıyla muhatap olmadığımızı açıklayan bilimsel bir kaynaktır.
Bilimsel Dergiler Filmlerde İşlenen Simülasyon Dünya Senaryolarının Gerçek Hayat İçin de Mümkün Olabileceğini İfade Ediyorlar
Dünyaca ünlü bilim dergisi New Scientist'in 27 Temmuz 2002 tarihli sayısında da "Hayat bir programdır, o zaman silindiniz" başlığıyla yayınlanan makalesinde Micheal Brooks, Matrix filmindeki gibi simülasyon bir dünya içinde yaşıyor olabileceğimiz ihtimalini şu sözlerle gündeme getiriyor:
"Matrix II'yi beklemenize gerek yok. Zaten dev bir bilgisayar simülasyonu içinde yaşıyor olabilirsiniz... Elbette ki 'The Matrix' filminin gerçek olmadığını düşündünüz. Çünkü sadece öyle düşünmeniz istendi."
Makalenin yazarı Micheal Brooks, Yale Üniversitesi'nden Nick Bostrom adında bir felsefecinin yorumlarına da yer vererek düşüncelerini destekliyor. Nick Bostrom, Hollywood yapımı filmlerin birçok kişinin düşündüğünden çok daha fazla gerçeğe yaklaştıklarını düşünüyor. Ayrıca yaptığı hesaplar sonucunda, bizim de filmlerdeki gibi bir simülasyon dünya içinde yaşıyor olma ihtimalimizin olduğunu düşünüyor.




Bu makalede açıklanan bilimsel tespiti şu şekilde özetleyebiliriz: Dünyayı bir ışık demeti olarak algılıyoruz, bu yüzden de bu algılara bakarak maddeyi mutlak gerçek zannetmek büyük bir yanılgı olacaktır. New Scientist, bilim adamı-yazar J. R. Minkel'in bu önemli konu ile ilgili şu itirafına yer vermiştir:Şu an bir dergi tutuyorsunuz, bunu katı bir madde olarak algılıyorsunuz ve siz bunun evrende bağımsız bir şekilde var olduğunu görüyorsunuz. Etrafınızdaki objeler de aynı şekilde, belki bir fincan kahve ya da bir bilgisayar, hepsi dışarıda gerçekmiş gibi görünüyor. Ama hepsi yalnızca bir hayal.
Minkel makalesinde, bazı bilim adamlarının bu fikri "herşeyin teorisi" olarak adlandırdıklarını söylemektedir. Ayrıca Minkel, bilim adamları tarafından "herşeyin teorisi"nin, evrenin yapısının açıklanmasında ilk basamak olarak kabul edildiğini aktarmaktadır.
Söz konusu dergide yayınlanan bu makale, evreni beynimizde bir hayal olarak algıladığımızı, dolayısıyla bizim maddenin aslıyla muhatap olmadığımızı açıklayan bilimsel bir kaynaktır.
Bilimsel Dergiler Filmlerde İşlenen Simülasyon Dünya Senaryolarının Gerçek Hayat İçin de Mümkün Olabileceğini İfade Ediyorlar
Dünyaca ünlü bilim dergisi New Scientist'in 27 Temmuz 2002 tarihli sayısında da "Hayat bir programdır, o zaman silindiniz" başlığıyla yayınlanan makalesinde Micheal Brooks, Matrix filmindeki gibi simülasyon bir dünya içinde yaşıyor olabileceğimiz ihtimalini şu sözlerle gündeme getiriyor:
"Matrix II'yi beklemenize gerek yok. Zaten dev bir bilgisayar simülasyonu içinde yaşıyor olabilirsiniz... Elbette ki 'The Matrix' filminin gerçek olmadığını düşündünüz. Çünkü sadece öyle düşünmeniz istendi."
Makalenin yazarı Micheal Brooks, Yale Üniversitesi'nden Nick Bostrom adında bir felsefecinin yorumlarına da yer vererek düşüncelerini destekliyor. Nick Bostrom, Hollywood yapımı filmlerin birçok kişinin düşündüğünden çok daha fazla gerçeğe yaklaştıklarını düşünüyor. Ayrıca yaptığı hesaplar sonucunda, bizim de filmlerdeki gibi bir simülasyon dünya içinde yaşıyor olma ihtimalimizin olduğunu düşünüyor.
"Sahte Evren", "Neden Hepimiz Bir Hologramın İçinde Yaşıyoruz?" başlıklı ve 27 Nisan 2002 tarihli New Scientist dergisi.
11 Mart 2002 tarihli Time'da "Vücut Elektriği" başlığıyla yayınlanan makalede, dış dünyanın zihnimizde izlediğimiz bir kopya olduğunu ispatlayan örneklere yer verilmektedir.
11 Mart 2002 tarihli Time dergisinde duyurulan habere göre, yapay görme sistemi deneylerinde hastanın gözü ve göreceği bir nesne olmamasına rağmen, suni olarak verilen sinyallerle görüntü görmesi mümkün olmaktadır.
Modern fiziğin bulguları maddesel evrenin bir algılar bütünü olduğunu gösteriyor. 30 Ocak 1999 tarihli sayısında bu gerçeği ele alan ünlü İngiliz bilim dergisi New Scientist'in kapağında şu soru yer alıyor: "Gerçeğin Ötesinde: Evren, Bilginin Bir Dansı mı ve Madde Sadece Bir Seraptan mı İbaret?
27 Temmuz 2002 tarihli New Scientist'de "Hayat bir programdır, o zaman silindiniz" başlığıyla yayınlanan makalede yapay bir dünya içinde yaşıyor olabileceğimiz ihtimali gündeme getirilmektedir.
Olağanüstü İlginç Çift Yarık Deneyi
Olağanüstü İlginç Çift Yarık Deneyi
Kuantum mekaniğinin bütün sırlarını içeren bu tek deneyle sizi doğanın tuhaflıkları, gizemleri ve paradoksları ile yüzyüze getireceğim. Kuantum mekaniğinde karşılaşılacak herhangi başka bir durumun “İki delikle yapılan deneyi anımsıyor musunuz? Bu da aynı şey” diyerek açıklanabileceği anlaşılmıştır. 1
Richard Feynman
Odanızı aydınlatmak için bir lamba yaktığınızı düşünün. Ama oda yeterince aydınlık olmamış olsun. Bu takdirde odayı biraz daha aydınlatmak için bir lamba daha yakmak isteyebilirsiniz. 2. Lambanın düğmesine bastığınızda biraz da olsa aydınlık olan yerlerin tamamen karanlığa gömüldüğünü görseniz ne düşünürsünüz? Kuşkusuz bu tür bir sonuç çok şaşırtıcı olurdu. Ne var ki, çift yarık deneyi olarak bilinen deneylerde olan tam da budur. Allah’ın sanatı hayranlık verir ve insanı şaşırtır.

Çift yarık deneyinde oluşan girişim görüntüsü, tıpkı su dalgalarının üstüste binmesiyle oluşan desenlere benzer. Ancak, ışığın foton adı verilen parçacıklardan oluştuğunu da görmüştük. Peki, fotonlar hangi yarıklardan geçerler? Allah burada büyük bir gizem yaratmıştır. Fotonların hangi delikten geçtiğini bulmak için yarıklara foton algılayıcıları yerleştirilebilir. Ancak bu takdirde çok ilginç bir sonuçla karşılaşırız. Girişim görüntüsü hemen kaybolur. Foton dedektörünü kaldırdığımız zaman ise tekrar girişim deneyi meydana gelir.
Nitekim Feynman bu ilginç konu hakkında şunları söyler:
Doğa, işlerini öylesine beceriyor ki bunları nasıl yaptığını anlamayı bir türlü beceremiyoruz. Işığın nereden geçtiğini gösterecek aygıtlar koyarak bunu görmesine görüyoruz; ama harikulade girişim olayları yok oluyor. Fakat ışığın nereden geçtiğini söyleyecek aygıtlarımız yoksa girişim etkileri gelir. Gerçekten çok tuhaf! 2
Elbette ki, doğanın kendisi de yaratılmış bir varlıktır ve şuursuzdur. Dolayısıyla doğanın kendisinin bu tür işleri yapma gibi bir yetisi yoktur. Feynman’ın hayret ettiği ve anlamakta zorluk çektiği işler, Allah’ın yaratma sanatının örnekleridir. Allah, yaptığı işlerde hayranlık uyandırandır.
Kimileri, perdeye düşen fotonların, diğer fotonlarla üstüste binerek girişim deseni oluşturduğunu iddia ettiler. Ancak bu dahi doğru değildir. Çünkü sonradan yapılan deneylerde ışığın şiddeti son derece kontrollü bir şekilde ayarlandı ve her seferinde deliklerden sadece bir fotonun geçmesine izin verildi. Bu şartlarda da sonuç değişmedi, aynı dalga parçacık ikilemi ile karşılaşıldı. Meşhur fizikçi Roger Penrose bu büyük mucizevi olayı şöyle anlatır:
...Basit bir makroskopik klasik dalganın, iki yarıktan aynı anda bu şekilde geçmesinde olağanüstü bir şey yoktur. Ne de olsa bir dalga, ya sürekli bir ortamın (alan) ya da milyonlarca minik noktamsı parçacıktan oluşan bir maddenin ‘bozulmuş’ halidir ve kısmen bir yarıktan, kısmen öteki yarıktan geçebilir. Fakat burada durum farklıdır: Her bir foton, tamamen kendi başına bir dalgaymışçasına davranmaktadır! Bir anlamda, parçacık her iki yarıktan aynı anda geçerek kendi kendisiyle girişim yapmaktadır! Çünkü ışık genliğinin tümünü yeterince azaltarak, bir anda birden fazla fotonun yarıklardan geçmesini engelleyebiliriz. Fotonun izleyebileceği iki ayrı yolunun bilinen olasılıkları alarak birbirlerini yok ettikleri yıkıcı girişim olgusu tek tek fotonlar için geçerlidir. İki yoldan sadece birisi fotonun yönlenmesi için açık durumdaysa, foton bu yolu izleyecektir. Öteki yol tek başına açıksa, bu kez foton o yolu izleyecektir. Fakat her ikisi birden fotonun önünde açılıyorsa, bu durumda iki olasılık mucizevi bir şekilde birbirini geçersizleştiriyor ve foton iki yolun hiçbirini izleyemiyor!
Okuyucu bir an durmalı, bu olağanüstü olayı düşünmelidir. Işığın bazen parçacıklar bazen de dalgalar gibi davranmasında olağanüstü bir durum yoktur. Olağanüstü olan, her bir parçacığın, tamamen tek başına, bir dalga gibi davranması ve bir parçacıkla ilgili değişik olasılıkların bazen birbirini yoketmeleridir. 3
Işıkla ilgili bu müthiş karakter Allah’ın gücünün herşeye yettiğini göstermektedir.


Çift yarık deneyleri fizikçiler açısından çok önemlidir. Örneğin 20. Yüzyılın en önde gelen bilim adamlarından olan Richard Feynman, deneyin kuantum fiziğinin bütün gizemini içinde barındırdığını iddia etmiştir. 4
Tek bir fotonla yapılan deneyler, ışığın deneyin türüne göre parçacık veya dalga özelliği gösterdiğini ortaya koymuştur. İşte bu deneyler, bu yönüyle de bir felsefenin sonunu getirmiştir. Materyalist ve realistler algılayandan bağımsız bir mutlak dünya görüşünü öne sürüyorlardı. Ancak bunun doğru olmadığı bilimsel olarak da anlaşılmıştır. Gözlemleyenin merkezi rolde olduğu bir dünya ile karşı karşıyayız. Çünkü yapılmak istenen deneyin türüne göre sonuç değişiyor. Böylelikle idealizm felsefesinin, yani algılayının merkezi rol aldığı gerçeğinin doğru olduğu, bilimsel olarak da ispatlanmıştır.
Nitekim meşhur fizikçi Paul Davies, ışıkla ilgili ilginç deneyleri de incelediği kitabında bu gerçeği şu şekilde ifade ediyor:
... Sağduyumuza uygun “Dışarda bütün zamanlar boyunca” objektif gerçeklik vardır iddiası yanılgıdır. Gerçeklik ve bilgi birbiriyle ilişkili olduğunda, bir şeyin ne zaman gerçek olduğu cevabının açık bir cevabı yoktur. 5
Çift yarık deneyinin sadece ışıktaki neticesi bile son derece şaşırtıcıdır. Ne var ki asıl ilginç olan, aynı yapının bütün parçacıklarda gözükmesiydi.
Kaynak:
1 The Character of Physical Law, Richard Feynman, Türkçe baskı: Fizik Yasaları Üzerine, TÜBİTAK Yayınları, s. 152
2 QED The Strange Theory of Light and Matter, Richard P. Feynman, Türkçe Çevirisinden: Kuantum Elektrodinamiği KEDİ, Işık ve Maddenin Tuhaf Kuramı, Nar Yayınları, Ağustos 1997, 2. Basım, Sayfa 84
3 The Emperor’s New Mind – Concerning Computers, Minds, and The Laws of Physics, Türkçe Çevirisi: Fiziğin Gizemi - Kralın Yeni Usu 2 Roger Penrose, Tübitak Yayınları, 9. Basım, Aralık 2003, Sayfa 106-107
4 Richard Feynman, The Character of Physical Law, Türkçe baskı: Fizik Yasaları Üzerine, TÜBİTAK Yayınları, s. 152
5 About Time, Einstein’s Unfinished Revolution, Paul Davies, Penguin Books, 1995, page 173
Metnin İngilizcesi:
The commonsende idea that there is an objective reality “out there all the time” is a fallacy. When reality and knowledge are entangled, the question of when something becomes real cannot be answered in a straightforward manner.
Kuantum mekaniğinin bütün sırlarını içeren bu tek deneyle sizi doğanın tuhaflıkları, gizemleri ve paradoksları ile yüzyüze getireceğim. Kuantum mekaniğinde karşılaşılacak herhangi başka bir durumun “İki delikle yapılan deneyi anımsıyor musunuz? Bu da aynı şey” diyerek açıklanabileceği anlaşılmıştır. 1
Richard Feynman
Odanızı aydınlatmak için bir lamba yaktığınızı düşünün. Ama oda yeterince aydınlık olmamış olsun. Bu takdirde odayı biraz daha aydınlatmak için bir lamba daha yakmak isteyebilirsiniz. 2. Lambanın düğmesine bastığınızda biraz da olsa aydınlık olan yerlerin tamamen karanlığa gömüldüğünü görseniz ne düşünürsünüz? Kuşkusuz bu tür bir sonuç çok şaşırtıcı olurdu. Ne var ki, çift yarık deneyi olarak bilinen deneylerde olan tam da budur. Allah’ın sanatı hayranlık verir ve insanı şaşırtır.
Lambaları çevremizi aydınlatmak için kullanırız. Işığı yetersiz bulup bir tane daha lamba yaktığımızda odamızda aydınlık olan kimi bölgelerin karanlıklaşması çok şaşırtıcı olurdu. Çift yarık deneyi olarak bilinen deneylerde yaşanan tam olarak budur.
Çift yarık deneyinde oluşan girişim görüntüsü, tıpkı su dalgalarının üstüste binmesiyle oluşan desenlere benzer. Ancak, ışığın foton adı verilen parçacıklardan oluştuğunu da görmüştük. Peki, fotonlar hangi yarıklardan geçerler? Allah burada büyük bir gizem yaratmıştır. Fotonların hangi delikten geçtiğini bulmak için yarıklara foton algılayıcıları yerleştirilebilir. Ancak bu takdirde çok ilginç bir sonuçla karşılaşırız. Girişim görüntüsü hemen kaybolur. Foton dedektörünü kaldırdığımız zaman ise tekrar girişim deneyi meydana gelir.
Nitekim Feynman bu ilginç konu hakkında şunları söyler:
Doğa, işlerini öylesine beceriyor ki bunları nasıl yaptığını anlamayı bir türlü beceremiyoruz. Işığın nereden geçtiğini gösterecek aygıtlar koyarak bunu görmesine görüyoruz; ama harikulade girişim olayları yok oluyor. Fakat ışığın nereden geçtiğini söyleyecek aygıtlarımız yoksa girişim etkileri gelir. Gerçekten çok tuhaf! 2
Elbette ki, doğanın kendisi de yaratılmış bir varlıktır ve şuursuzdur. Dolayısıyla doğanın kendisinin bu tür işleri yapma gibi bir yetisi yoktur. Feynman’ın hayret ettiği ve anlamakta zorluk çektiği işler, Allah’ın yaratma sanatının örnekleridir. Allah, yaptığı işlerde hayranlık uyandırandır.
Kimileri, perdeye düşen fotonların, diğer fotonlarla üstüste binerek girişim deseni oluşturduğunu iddia ettiler. Ancak bu dahi doğru değildir. Çünkü sonradan yapılan deneylerde ışığın şiddeti son derece kontrollü bir şekilde ayarlandı ve her seferinde deliklerden sadece bir fotonun geçmesine izin verildi. Bu şartlarda da sonuç değişmedi, aynı dalga parçacık ikilemi ile karşılaşıldı. Meşhur fizikçi Roger Penrose bu büyük mucizevi olayı şöyle anlatır:
...Basit bir makroskopik klasik dalganın, iki yarıktan aynı anda bu şekilde geçmesinde olağanüstü bir şey yoktur. Ne de olsa bir dalga, ya sürekli bir ortamın (alan) ya da milyonlarca minik noktamsı parçacıktan oluşan bir maddenin ‘bozulmuş’ halidir ve kısmen bir yarıktan, kısmen öteki yarıktan geçebilir. Fakat burada durum farklıdır: Her bir foton, tamamen kendi başına bir dalgaymışçasına davranmaktadır! Bir anlamda, parçacık her iki yarıktan aynı anda geçerek kendi kendisiyle girişim yapmaktadır! Çünkü ışık genliğinin tümünü yeterince azaltarak, bir anda birden fazla fotonun yarıklardan geçmesini engelleyebiliriz. Fotonun izleyebileceği iki ayrı yolunun bilinen olasılıkları alarak birbirlerini yok ettikleri yıkıcı girişim olgusu tek tek fotonlar için geçerlidir. İki yoldan sadece birisi fotonun yönlenmesi için açık durumdaysa, foton bu yolu izleyecektir. Öteki yol tek başına açıksa, bu kez foton o yolu izleyecektir. Fakat her ikisi birden fotonun önünde açılıyorsa, bu durumda iki olasılık mucizevi bir şekilde birbirini geçersizleştiriyor ve foton iki yolun hiçbirini izleyemiyor!
Okuyucu bir an durmalı, bu olağanüstü olayı düşünmelidir. Işığın bazen parçacıklar bazen de dalgalar gibi davranmasında olağanüstü bir durum yoktur. Olağanüstü olan, her bir parçacığın, tamamen tek başına, bir dalga gibi davranması ve bir parçacıkla ilgili değişik olasılıkların bazen birbirini yoketmeleridir. 3
Işıkla ilgili bu müthiş karakter Allah’ın gücünün herşeye yettiğini göstermektedir.
Çift yarık deneyinde dalgaların girişimi gözlemlenir. Fotonun hangi delikten geçtiği yarıklara yerleştirilen detektörlerce ölçülmek istendiğinde ise girişim adı verilen görüntü hemen kaybolur. ( ya da yarıklardan biri kapatıldığında ) Bu, kuşkusuz büyük bir mucizedir. Işıkta bu akılalmaz sanatı, Allah meydana getirir. Bu deneyi düşünen fizikçiler, halen hayranlıklarını derin bir şekilde dile getirirler.
Çift yarık deneyleri fotonlar teker teker yollanarak da tekrarlandı. Bu halde dahi girişim görüntüsü elde edildi. Fotonların hangi delikten geçtiği tespit edildiği durumda ise girişim görüntüsü tamamen kayboldu.
Çift yarık deneyleri fizikçiler açısından çok önemlidir. Örneğin 20. Yüzyılın en önde gelen bilim adamlarından olan Richard Feynman, deneyin kuantum fiziğinin bütün gizemini içinde barındırdığını iddia etmiştir. 4
Tek bir fotonla yapılan deneyler, ışığın deneyin türüne göre parçacık veya dalga özelliği gösterdiğini ortaya koymuştur. İşte bu deneyler, bu yönüyle de bir felsefenin sonunu getirmiştir. Materyalist ve realistler algılayandan bağımsız bir mutlak dünya görüşünü öne sürüyorlardı. Ancak bunun doğru olmadığı bilimsel olarak da anlaşılmıştır. Gözlemleyenin merkezi rolde olduğu bir dünya ile karşı karşıyayız. Çünkü yapılmak istenen deneyin türüne göre sonuç değişiyor. Böylelikle idealizm felsefesinin, yani algılayının merkezi rol aldığı gerçeğinin doğru olduğu, bilimsel olarak da ispatlanmıştır.
Nitekim meşhur fizikçi Paul Davies, ışıkla ilgili ilginç deneyleri de incelediği kitabında bu gerçeği şu şekilde ifade ediyor:
... Sağduyumuza uygun “Dışarda bütün zamanlar boyunca” objektif gerçeklik vardır iddiası yanılgıdır. Gerçeklik ve bilgi birbiriyle ilişkili olduğunda, bir şeyin ne zaman gerçek olduğu cevabının açık bir cevabı yoktur. 5
Çift yarık deneyinin sadece ışıktaki neticesi bile son derece şaşırtıcıdır. Ne var ki asıl ilginç olan, aynı yapının bütün parçacıklarda gözükmesiydi.
Kaynak:
1 The Character of Physical Law, Richard Feynman, Türkçe baskı: Fizik Yasaları Üzerine, TÜBİTAK Yayınları, s. 152
2 QED The Strange Theory of Light and Matter, Richard P. Feynman, Türkçe Çevirisinden: Kuantum Elektrodinamiği KEDİ, Işık ve Maddenin Tuhaf Kuramı, Nar Yayınları, Ağustos 1997, 2. Basım, Sayfa 84
3 The Emperor’s New Mind – Concerning Computers, Minds, and The Laws of Physics, Türkçe Çevirisi: Fiziğin Gizemi - Kralın Yeni Usu 2 Roger Penrose, Tübitak Yayınları, 9. Basım, Aralık 2003, Sayfa 106-107
4 Richard Feynman, The Character of Physical Law, Türkçe baskı: Fizik Yasaları Üzerine, TÜBİTAK Yayınları, s. 152
5 About Time, Einstein’s Unfinished Revolution, Paul Davies, Penguin Books, 1995, page 173
Metnin İngilizcesi:
The commonsende idea that there is an objective reality “out there all the time” is a fallacy. When reality and knowledge are entangled, the question of when something becomes real cannot be answered in a straightforward manner.
"HİPNOZ ANINDA FİZİKSEL DEĞİŞİMLER VE HİPNOZ GERÇEĞİ"
Hipnoz uygulanan bir deneyde, bir kişiye hastanede bulunduğu söylenmiş, bu hastanenin 10. katında ölmek üzere olan bir hasta olduğu ve ancak kendisinin hızlı bir şekilde elindeki ilacı yetiştirirse hayatının kurtulabileceği telkin edilmiştir. Bu kişi hipnoz sırasındaki telkinin etkisiyle, son derece hızlı bir şekilde 10 katı çıkmaya başladığını sanmıştır. Bu sırada nefes nefese kalmış, iyice yorulduğu için de nefesini kontrol edemeyecek hale gelmiştir. Bunun üzerine artık en üst kata geldiği, ilacı yetiştirdiği söylenmiş ve rahat bir yatağa uzanabileceği telkin edilmiştir. Böylece hipnoz uygulanan kişi rahatlamaya başlamıştır. Hipnoz yapılan kişi, kendisine telkin edilen mekanı ve ortamı tüm gerçekliğiyle yaşamasına rağmen, ortada ne bahsedildiği gibi bir mekan, ne insanlar, ne de olaylar vardır. Bir diğer deneyde ise normal bir odada bulunan kişiye bir hamamda olduğu ve hamamın çok sıcak olduğu telkin edilmiş, ardından bu kişi aşırı derecede terlemeye başlamıştır. Burada çok önemli bir nokta dikkat çekmektedir. İnsan vücudunda terlemenin oluşması için bazı etkilerin meydana gelmesi gerekir. Bu hipnoz olayında karşımıza çıkan gerçek ise şudur: Hipnotize edilen kişi, dışarıda terlemeye sebep olacak hiçbir etken bulunmadığı halde terlemiştir. Bu örnek açıkça göstermektedir ki, bir mekanda bulunmak ya da bir ortamı hissetmek için o ortamın ya da mekanın fiziki varlığı şart değildir. Suni uyarılar veya telkin yoluyla benzer etkilerin oluşturulması mümkündür.
Ulusal Hipnoterapi Derneği, Ulusal Psikoterapistler Derneği, Profesyonel Hipnoterapistler Merkezi, Hipnoterapi Araştırma Derneği gibi birçok kuruluşun üyesi olan İngiliz hipnoterapi uzmanı Terrence Watts bir makalesinde, hipnoz sırasında geçmişteki bir olayı hatırlayarak anlatan kişilerde, anlattıkları olayla bağlantılı olarak bazı fiziksel değişimler gözlendiğini belirtmektedir. Örneğin kişinin anlattığı olayda nefes alamama durumu oluşmuşsa, olayı hipnoz altında anlattığı sırada yine nefesi daralmakta, hatta nefesi bir süre için tamamen durmaktadır. Watts, hipnoz altındayken, küçükken dövüldüğü bir anı anlatan kişinin yüzünde tokat izlerinin belirdiğini belirtmektedir. Ayrıca Watts bunun bir gizem olmadığını, vücudun acı algısına tepki verdiğini belirtmektedir.
Hipnoz Anında Fiziksel Değişimler
Hipnoz uygulamalarında görülen en çarpıcı örneklerden biri de, hipnoz yapılan kişinin cildinde telkin sonucu yaralar dahi oluşabilmesidir. Örneğin Paul Thorsen isimli bir araştırmacı, hipnoz altındaki bir kişinin koluna sadece bir kalemin ucunu değdirmiş ve bunun kızgın bir şiş olduğunu telkin etmiştir. Kısa bir süre sonra kalemin ucunun değdiği noktada bir yanık kabarcığı belirmiştir. Yine aynı araştırmacı, Anne O. isimli kişiye, hipnoz esnasında kolunun A harfi şeklinde kanırtırcasına çizildiğini telkin etmiştir. Başka hiçbir şey yapılmadığı halde, o bölgede A harfi şeklinde kızarıklık belirmiştir. Hipnoz sırasında insan vücudunda meydana gelen bu değişiklikler, görme, duyma, dokunma, işitme, acı, ağrı gibi algılarımızın oluşması için dış dünyaya ihtiyacımızın olmadığını göstermektedir.
İnsan, ömrü boyunca bedeninin dışındaki bir dünyada yaşadığını zanneder. Halbuki dünya dediğimiz herşey, beynimizin, algı merkezlerimize ulaşan sinyalleri yorumlamasıdır. Yani biz beynimizin içinde oluşan dünyadan başka bir dünyayla hiçbir zaman muhatap olamayız. Dışımızda ne olduğunu asla bilemeyiz. Beyne ulaşan sinyallerin kaynağının, dışarıda mevcut bulunan maddi varlıklar olduğunu iddia edemeyiz. Bugün bu konu en temel bilimsel kitaplarda yer alan ve lise çağlarından itibaren insanlara öğretilen, kesin bir gerçektir. Sorun, insanların bu gerçek üzerinde düşünmemeleridir.
Ulusal Hipnoterapi Derneği, Ulusal Psikoterapistler Derneği, Profesyonel Hipnoterapistler Merkezi, Hipnoterapi Araştırma Derneği gibi birçok kuruluşun üyesi olan İngiliz hipnoterapi uzmanı Terrence Watts bir makalesinde, hipnoz sırasında geçmişteki bir olayı hatırlayarak anlatan kişilerde, anlattıkları olayla bağlantılı olarak bazı fiziksel değişimler gözlendiğini belirtmektedir. Örneğin kişinin anlattığı olayda nefes alamama durumu oluşmuşsa, olayı hipnoz altında anlattığı sırada yine nefesi daralmakta, hatta nefesi bir süre için tamamen durmaktadır. Watts, hipnoz altındayken, küçükken dövüldüğü bir anı anlatan kişinin yüzünde tokat izlerinin belirdiğini belirtmektedir. Ayrıca Watts bunun bir gizem olmadığını, vücudun acı algısına tepki verdiğini belirtmektedir.
Hipnoz Anında Fiziksel Değişimler
Hipnoz uygulamalarında görülen en çarpıcı örneklerden biri de, hipnoz yapılan kişinin cildinde telkin sonucu yaralar dahi oluşabilmesidir. Örneğin Paul Thorsen isimli bir araştırmacı, hipnoz altındaki bir kişinin koluna sadece bir kalemin ucunu değdirmiş ve bunun kızgın bir şiş olduğunu telkin etmiştir. Kısa bir süre sonra kalemin ucunun değdiği noktada bir yanık kabarcığı belirmiştir. Yine aynı araştırmacı, Anne O. isimli kişiye, hipnoz esnasında kolunun A harfi şeklinde kanırtırcasına çizildiğini telkin etmiştir. Başka hiçbir şey yapılmadığı halde, o bölgede A harfi şeklinde kızarıklık belirmiştir. Hipnoz sırasında insan vücudunda meydana gelen bu değişiklikler, görme, duyma, dokunma, işitme, acı, ağrı gibi algılarımızın oluşması için dış dünyaya ihtiyacımızın olmadığını göstermektedir.
İnsan, ömrü boyunca bedeninin dışındaki bir dünyada yaşadığını zanneder. Halbuki dünya dediğimiz herşey, beynimizin, algı merkezlerimize ulaşan sinyalleri yorumlamasıdır. Yani biz beynimizin içinde oluşan dünyadan başka bir dünyayla hiçbir zaman muhatap olamayız. Dışımızda ne olduğunu asla bilemeyiz. Beyne ulaşan sinyallerin kaynağının, dışarıda mevcut bulunan maddi varlıklar olduğunu iddia edemeyiz. Bugün bu konu en temel bilimsel kitaplarda yer alan ve lise çağlarından itibaren insanlara öğretilen, kesin bir gerçektir. Sorun, insanların bu gerçek üzerinde düşünmemeleridir.
29 Ocak 2010 Cuma
AVATAR FİLMİNDE DE GERÇEK VE SANAL DÜNYALAR BİRLEŞTİ
Sanal gerçeklik, en basit şekliyle, bilgisayarda canlandırılan üç boyutlu görüntülerin, bazı aygıtların yardımıyla insanlara "gerçek bir dünya" gibi gösterilmesidir. Bugün birçok alanda farklı amaçlarla kullanılan bu teknolojiye, bu nedenle "yapay gerçeklik", "sanal dünyalar", "sanal ortamlar" gibi isimler de verilmektedir. Sanal gerçekliğin en önemli özelliği, özel aletler kullanan bir kişinin gördüğü görüntüyü gerçek zannederek, aldanmasıdır.
Filmin hikâyesi 22. yüzyılda, Pandora adlı bir uyduda geçer. Bir gaz devinin yörüngesinde dönen Pandora, on ayak uzunluğunda, mavi insansı görünümlü, kabile kültürünü benimsemiş, saldırıya uğramadıkları sürece barışçıl olan Na’vi halkına ev sahipliği yapmaktadır. İnsanlar, Pandora’nın havasını solunamadıkları için, akıl bağlantısı aracılığıyla kontrol edilebilen insan ve Na’vi karışımı Avatarlar üretirler. Felç olan Deniz Piyadeleri mensubu Jake Sully (Sam Worthington), bir Avatar olarak Pandora’da yaşamaya gönüllü olur. Bir Na’vi prensesine aşık olan Sully, kendisini Pandora’yı gün geçtikçe tüketen insan ordusu ile Na’vi halkının arasındaki çatışmanın ortasında bulur.
Matrix gerçek yaşamla sanal dünya arasında geçişi kurmuştu, Avatar filminde de yönetmenler bu gerçekliği kullanarak animasyon olmayan, ama hem 2 hem 3 boyutlu olarak hazırlanan tek film olma özelliğine de sahip olan film ilk olma özelliğini de kazandı.

Filmin hikâyesi 22. yüzyılda, Pandora adlı bir uyduda geçer. Bir gaz devinin yörüngesinde dönen Pandora, on ayak uzunluğunda, mavi insansı görünümlü, kabile kültürünü benimsemiş, saldırıya uğramadıkları sürece barışçıl olan Na’vi halkına ev sahipliği yapmaktadır. İnsanlar, Pandora’nın havasını solunamadıkları için, akıl bağlantısı aracılığıyla kontrol edilebilen insan ve Na’vi karışımı Avatarlar üretirler. Felç olan Deniz Piyadeleri mensubu Jake Sully (Sam Worthington), bir Avatar olarak Pandora’da yaşamaya gönüllü olur. Bir Na’vi prensesine aşık olan Sully, kendisini Pandora’yı gün geçtikçe tüketen insan ordusu ile Na’vi halkının arasındaki çatışmanın ortasında bulur.
Matrix gerçek yaşamla sanal dünya arasında geçişi kurmuştu, Avatar filminde de yönetmenler bu gerçekliği kullanarak animasyon olmayan, ama hem 2 hem 3 boyutlu olarak hazırlanan tek film olma özelliğine de sahip olan film ilk olma özelliğini de kazandı.
"NEDEN HEPİMİZ BİR HOLOGRAMIN İÇİNDE YAŞIYORUZ?"
Dünyanın en ünlü bilim dergilerinden biri olan New Scientist adlı dergi, 27 Nisan 2002 tarihindeki kapak konusunda, okuyucularına önemli bir bilimsel gelişmeyi aktarmıştır. J. R. Minkel tarafından kaleme alınan makale "Sahte Evren" başlığı altında ve "Neden Hepimiz Bir Hologramın İçinde Yaşıyoruz?" kapak yazısı ile yayınlanmıştır.
Bu makalede açıklanan bilimsel tespiti şu şekilde özetleyebiliriz: Dünyayı bir ışık demeti olarak algılıyoruz, bu yüzden de bu algılara bakarak maddeyi mutlak gerçek zannetmek büyük bir yanılgı olacaktır. New Scientist, bilim adamı-yazar J. R. Minkel'in bu önemli konu ile ilgili şu itirafına yer vermiştir:
"Şu an bir dergi tutuyorsunuz, bunu katı bir madde olarak algılıyorsunuz ve siz bunun evrende bağımsız bir şekilde var olduğunu görüyorsunuz. Etrafınızdaki objeler de aynı şekilde, belki bir fincan kahve ya da bir bilgisayar, hepsi dışarıda gerçekmiş gibi görünüyor. Ama hepsi yalnızca bir hayal."
Minkel makalesinde, bazı bilim adamlarının bu fikri "herşeyin teorisi" olarak adlandırdıklarını söylemektedir. Ayrıca Minkel, bilim adamları tarafından "herşeyin teorisi"nin, evrenin yapısının açıklanmasında ilk basamak olarak kabul edildiğini aktarmaktadır.
Söz konusu dergide yayınlanan bu makale, evreni beynimizde bir hayal olarak algıladığımızı, dolayısıyla bizim maddenin aslıyla muhatap olmadığımızı açıklayan bilimsel bir kaynaktır.
Bu makalede açıklanan bilimsel tespiti şu şekilde özetleyebiliriz: Dünyayı bir ışık demeti olarak algılıyoruz, bu yüzden de bu algılara bakarak maddeyi mutlak gerçek zannetmek büyük bir yanılgı olacaktır. New Scientist, bilim adamı-yazar J. R. Minkel'in bu önemli konu ile ilgili şu itirafına yer vermiştir:
"Şu an bir dergi tutuyorsunuz, bunu katı bir madde olarak algılıyorsunuz ve siz bunun evrende bağımsız bir şekilde var olduğunu görüyorsunuz. Etrafınızdaki objeler de aynı şekilde, belki bir fincan kahve ya da bir bilgisayar, hepsi dışarıda gerçekmiş gibi görünüyor. Ama hepsi yalnızca bir hayal."
Minkel makalesinde, bazı bilim adamlarının bu fikri "herşeyin teorisi" olarak adlandırdıklarını söylemektedir. Ayrıca Minkel, bilim adamları tarafından "herşeyin teorisi"nin, evrenin yapısının açıklanmasında ilk basamak olarak kabul edildiğini aktarmaktadır.
Söz konusu dergide yayınlanan bu makale, evreni beynimizde bir hayal olarak algıladığımızı, dolayısıyla bizim maddenin aslıyla muhatap olmadığımızı açıklayan bilimsel bir kaynaktır.
28 Ocak 2010 Perşembe
VANILLA SKY FİLMİNDE YAŞANANLAR DEJAVU MU, HAYAL Mİ?
Vanilya Gökyüzü adlı filmde, insanın yaşadığı olaylardan neyin rüya neyin gerçek hayat olduğu konusunda yaşayabileceği ikileme dikkat çekilmektedir. Hem filmin kahramanı hem de izleyiciler film boyunca bu konuda ciddi bir kararsızlığa düşmektedir. Filmin başrol oyuncusu Tom Cruise canlandırdığı David Aames karakteri, çevresindeki kişilerin ideal olarak gördükleri gösterişli bir hayata sahiptir. Babasının ölümünden sonra kendisine miras kalan büyük bir yayıncılık şirketinin başındadır. Gerek fiziksel görünümü, gerek maddi konumu, gerekse sosyal çevresi açısından çevresindeki herkesin imrendiği bir hayat sürmektedir.
Ancak bir gün, geçirdiği bir trafik kazası sonucu yüzü parçalanır ve hareketli yaşantısı sona erer. Bir anda eski arkadaşlarından kimseyi çevresinde bulamaz. Kendisini yalnız ve mutsuz hissettiği böyle bir dönemde, geri kalan hayatını "uyanık rüya" (lucid dream) denilen güzel hayallerle yaşatmaları için bir şirketle anlaşma imzalar. Böylece bu kişinin zihninde istediği yaşta, istediği fiziksel görünümle, istediği kişilerle suni bir hayat yaşatılır. Ancak tıpkı bir rüyada olduğu gibi kişi kendisine izlettirilenlerin bir hayal olduğunun farkında olmadan, gerçek bir hayat yaşadığı izlenimine kapılmaktadır.
Filmin bir sahnesinde David, arkadaşı Sofia'ya gördüğü rüyalardan nasıl etkilendiğini şöyle anlatır:
David : Nasıl anlatsam, çok korkunç bir rüya gördüm... Aşağı arabama iniyorum, arkadaşım vardı... orada ve yanıma geldi... Korkunç bir şekilde arabayı sürüyordu. O üzgündü, nasıl anlatsam... arabayı köprüye doğru sürdü...
Sofia : O anda işe mi gidecektin?
David : Olabilir. Sonra kolum ve yüzüm paramparça olmuştu. Ama daha da kötüsü... uyanamıyorum...
David : Rüyalarım bana zalim şakalar yapıyordu. Beni zorluyorlar. Bazen rüyalarımdan gerçeğe uyanmak istediğim de oluyordu. Ama tekrar rüyama geri dönemiyordum. Yapamıyorum. Rüyalarım her zaman güzel olmazdı...
Filmde bu rüya aynısıyla gerçekleşiyor. Bu rüyayı sanal alemde yaşamaya karar veren David, oluşturulan Matrix ortamında mı yaşarken hatırlatıyor yoksa dejavu olarak, yaşanacak olaylar David'e ilham mı ediliyor? Aslında hepsi iç içe..
Ancak bir gün, geçirdiği bir trafik kazası sonucu yüzü parçalanır ve hareketli yaşantısı sona erer. Bir anda eski arkadaşlarından kimseyi çevresinde bulamaz. Kendisini yalnız ve mutsuz hissettiği böyle bir dönemde, geri kalan hayatını "uyanık rüya" (lucid dream) denilen güzel hayallerle yaşatmaları için bir şirketle anlaşma imzalar. Böylece bu kişinin zihninde istediği yaşta, istediği fiziksel görünümle, istediği kişilerle suni bir hayat yaşatılır. Ancak tıpkı bir rüyada olduğu gibi kişi kendisine izlettirilenlerin bir hayal olduğunun farkında olmadan, gerçek bir hayat yaşadığı izlenimine kapılmaktadır.
Filmin bir sahnesinde David, arkadaşı Sofia'ya gördüğü rüyalardan nasıl etkilendiğini şöyle anlatır:
David : Nasıl anlatsam, çok korkunç bir rüya gördüm... Aşağı arabama iniyorum, arkadaşım vardı... orada ve yanıma geldi... Korkunç bir şekilde arabayı sürüyordu. O üzgündü, nasıl anlatsam... arabayı köprüye doğru sürdü...
Sofia : O anda işe mi gidecektin?
David : Olabilir. Sonra kolum ve yüzüm paramparça olmuştu. Ama daha da kötüsü... uyanamıyorum...
David : Rüyalarım bana zalim şakalar yapıyordu. Beni zorluyorlar. Bazen rüyalarımdan gerçeğe uyanmak istediğim de oluyordu. Ama tekrar rüyama geri dönemiyordum. Yapamıyorum. Rüyalarım her zaman güzel olmazdı...
Filmde bu rüya aynısıyla gerçekleşiyor. Bu rüyayı sanal alemde yaşamaya karar veren David, oluşturulan Matrix ortamında mı yaşarken hatırlatıyor yoksa dejavu olarak, yaşanacak olaylar David'e ilham mı ediliyor? Aslında hepsi iç içe..
26 Ocak 2010 Salı
Beynimizdeki Dünya
Işığın olmadığı beyinde, rengarenk ışıklarla donatılmış bir caddeyi, bütün renkleri, canlılığı ve parlaklığı ile seyredebiliyorsak, o zaman bu caddenin, ışıklı panoların, vitrinlerin, sokak lambalarının, arabaların farlarının beynimizde elektrik sinyallerinden oluşan kopyalarını görürüz.
Beynimize hiçbir ses giremediğine göre, o zaman biz hiçbir zaman yakınlarımızın seslerinin asıllarını duyamayız. Duyduklarımız hep kopyalarıdır.
Veya biz hiçbir zaman denizin serinliğini, güneşin sıcaklığını hissedemeyiz. Biz hep beynimizde bunların kopyalarını yaşarız.
Aynı şekilde, bugüne kadar hiçbir insan nanenin aslının tadına bakmamıştır. Nane olarak algıladığı tat, beyninde oluşan bir algıdır sadece. Çünkü nanenin aslına ne dokunabilir, ne onun aslını görebilir, ne aslının kokusunu veya tadını alabilir.
Sonuç olarak, biz hayatımız boyunca bize gösterilen kopya algılarla yaşarız. Ancak bu kopyalar o kadar gerçekçidir ki, hiçbir zaman kopyalarını yaşadığımızı fark etmeyiz. Örneğin, şu anda başınızı kaldırın ve bulunduğunuz odada gözünüzü gezdirin. Kendinizi içinde mobilyalar bulunan bir odanın içinde gibi görüyorsunuz. Oturduğunuz koltuğun kollarına dokunduğunuzda, sanki gerçekten bu kolların asıllarına dokunuyormuş gibi sertliğini hissediyorsunuz. Gösterilen görüntülerin gerçekçiliği, bu görüntülerin yaratılışında kullanılan sanatın mükemmelliği sizi ve sizin gibi milyarlarca insanı, bunların "dışarıdaki maddenin gerçeği" olduğuna ikna etmeye yetiyor. Hatta insanlar o kadar kesin olarak ikna oluyorlar ki, dünyaya ait her hissin beyinlerinde oluştuğunu lise çağlarından itibaren kitaplarda okumalarına, hatta biyoloji kitapları bu gerçekle dolu olmasına rağmen, bunların beyinlerinde bir kopyayla muhatap olduklarına zorlukla ikna olabiliyorlar. Bunun nedeni, görüntünün muhteşem bir sanatla, son derece gerçekçi ve kusursuz yaratılıyor olmasıdır.
Beynimize hiçbir ses giremediğine göre, o zaman biz hiçbir zaman yakınlarımızın seslerinin asıllarını duyamayız. Duyduklarımız hep kopyalarıdır.
Veya biz hiçbir zaman denizin serinliğini, güneşin sıcaklığını hissedemeyiz. Biz hep beynimizde bunların kopyalarını yaşarız.
Aynı şekilde, bugüne kadar hiçbir insan nanenin aslının tadına bakmamıştır. Nane olarak algıladığı tat, beyninde oluşan bir algıdır sadece. Çünkü nanenin aslına ne dokunabilir, ne onun aslını görebilir, ne aslının kokusunu veya tadını alabilir.
Sonuç olarak, biz hayatımız boyunca bize gösterilen kopya algılarla yaşarız. Ancak bu kopyalar o kadar gerçekçidir ki, hiçbir zaman kopyalarını yaşadığımızı fark etmeyiz. Örneğin, şu anda başınızı kaldırın ve bulunduğunuz odada gözünüzü gezdirin. Kendinizi içinde mobilyalar bulunan bir odanın içinde gibi görüyorsunuz. Oturduğunuz koltuğun kollarına dokunduğunuzda, sanki gerçekten bu kolların asıllarına dokunuyormuş gibi sertliğini hissediyorsunuz. Gösterilen görüntülerin gerçekçiliği, bu görüntülerin yaratılışında kullanılan sanatın mükemmelliği sizi ve sizin gibi milyarlarca insanı, bunların "dışarıdaki maddenin gerçeği" olduğuna ikna etmeye yetiyor. Hatta insanlar o kadar kesin olarak ikna oluyorlar ki, dünyaya ait her hissin beyinlerinde oluştuğunu lise çağlarından itibaren kitaplarda okumalarına, hatta biyoloji kitapları bu gerçekle dolu olmasına rağmen, bunların beyinlerinde bir kopyayla muhatap olduklarına zorlukla ikna olabiliyorlar. Bunun nedeni, görüntünün muhteşem bir sanatla, son derece gerçekçi ve kusursuz yaratılıyor olmasıdır.